30 Ekim 2020 Cuma

Orta Dünyanın Analizi

 Bu yazımda İlkay Aydın'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2017'de gerçekleşmiş olan Orta Dünyanın Analizi adlı kitaptan bahsedeceğim.

Orta Dünyanın Analizi, Ön-Türk araştırmacısı olmak isteyen İlkay Aydın'ın ilk kitabıdır. Kitap üç yıl önce basıldığı için şu an o isteğine ulaştı mı yoksa sürecin içinde mi bilmiyorum ama kitap için bir yıldan fazla yoğun bir uğraş göstermiş. Birçok derin araştırma sonucunda Yüzüklerin Efendisi romanını analiz etmiş ve bu eseri ortaya çıkarmıştır. Yani anlayacağınız bu kitap Yüzüklerin Efendisi'ni okumuş ya da filmini seyretmiş olan herkesin ilgisini çekebilir. Ayrıca kitap bununla sınırlı kalmayıp Türk kültürünün diğer kültürlerle olan bağlarını da ele alıyor. Bu bakımdan sadece bir kitap analizi olarak sınırlı kalmıyor, araştırma ve bilgi içerikli bir kitaba da dönüşüyor.

Kitabın başlarında Yüzüklerin Efendisi'nin özeti bulunuyor, ayrıca yazarı da tanıtılıyor. Böylelikle daha önce bir bilginiz yoksa -tıpkı benim gibi- hem kitap hakkında hem de yazarı hakkında birçok şey öğreniyorsunuz. Bu da okuyacağınız analizler için sizi hazırlıklı kılıyor.

Kitap ve yazar tanıtımdan sonra kitaba giriş yapıp mitler ve mitoloji hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Yazar, analize geçmeden önce kademe kademe bilgileri sunarak okuyuca bir temel oluşturuyor. Bu planlı adımları için kendisini takdir ediyorum çünkü doğrudan analize geçiş yapmak sadece bahsedilen kitabı okuyan ya da filmini izleyen kişilerin anlayacağı bir dil olurdu, diğer kitleler olaya yabancı kalırdı.

"Edebiyat ve mitoloji ilişkisi sözlü edebiyatla başlar. Mitolojik hikayeler sözlü edebiyatın, özellikle de destanların oluşumunu hızlandırmıştır."

Giriş bölümünde bir kısmın iki kere yazılması dikkatimi çektiği için altını çizdim ve not aldım. Eğer sonraki baskılarda düzeltilmek istenirse diye 20. sayfada olduğunu söylemek istiyorum.

Mitoloji hakkında bilgiler edindikten sonra efsane, destan, kutsal ve kült kelimelerini de anlamlarıyla öğreniyoruz. Sonrasında da Yüzüklerin Efendisi Mitolojisi başlığı ile analizlere geçiyoruz. Yazar, yer yer kaynak belirterek bu kitap hakkındaki diğer analizlerden alıntılar yapıyor. Böylelikle birçok fikre ulaşmış oluyorsunuz.

Yüzüklerin Efendisi şimdiye dek birçok kişi tarafından incelemesi yapılmış bir eser. Bu incelemeyi diğerlerinden daha farklı kılacak şeyse ise yazarın deyimiyle bir rehber kitap özelliği taşıması. Kendisine ait tespitleri de bu durumu destekler nitelikte:

"Amon Gnomes and Trolls, 1907 kitabında SkogTroll (Forest Troll) yani Orman Trolü bulunmaktadır. Hatırlarsanız Yüzüklerin Efendisi'nde Ağaçsakal'ın şöyle bir ifadesi vardı.

'Ho, hm, eh, mümkündür, bildiğiniz gibi! Belki de bilmiyorsunuzdur ne kadar güçlü olduğumuzu. Trolleri işitmişsinizdir muhtemelen. Onlar da muazzam surette kuvvetlidir. Lakin onlar sadece taklittir.'

Entlerin taklidi olması vurgusu yüksek ihtimal ağaç veya orman trolünden geliyor diye düşünüyorum zira entleri anlatırken nereden geldiğini izah edeceğiz."

Kitabın içinde konulara ilişkin bazı fotoğraflar da -haritalar, filmden görüntüler gibi- mevcut. Yazar gerçekten tam bir araştırma kitabı niteliğinde bir eser ortaya çıkarmış.

Ayrıca başta da dediğim gibi Türk kültürüyle ilgili zengin içerikli bilgiler de mevcut.

"Görüldüğü üzere Türk Mitolojisi'ndeki Alpler, Yüzüklerin Efendisi'ndeki Elfler ve İskandinav Mitolojisi'ndeki Elfler ortak özellikler göstermektedir. Romanda Galadriel'in konuklarına hediyeler vermesi ve misafirperverliği ilk bakışta fark sdilen unsurlardandır."

Yazarın anlatım dilini sevdiğimi söylemeliyim, henüz ilk kitabı olmasına karşın gayet profesyoneldi. Üstelik bir analiz kitabı yazmak kolay değildir, belki bir roman yazmaktan bile daha çok uğraş gerektirir. Sunulan her bilgi derin bir araştırma gerektirir. Yazar da bunun için büyük bir emek sarfetmiş. Bu emekleri için kendisini kutluyorum ve özellikle de Yüzüklerin Efendisi'ni okumuş yahut izlemiş olan kişilere öneriyorum. Unutmayın, bir analizi okumak analizi yapılan şeye bambaşka bir pencereden bakmanızı, adeta yeniden okumuş gibi olmanızı sağlar.


29 Ekim 2020 Perşembe

Düş'ün Olsun

Bu yazımda Senem Özkan Çatı'nın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Temmuz 2020'de gerçekleşmiş olan Düş'ün Olsun adlı kitabı ele alacağım.

İletişim ve Tasarım bölümü mezunu, sanat yönetmenliğinde başarılı bir kariye sahip olan Senem Özkan Çatı kitabın kapak ve iç tasarımlarını kendisi üstlenerek müthiş bir iş ortaya çıkarmış. Biri kitabı eline aldığında içeriği bilmeden dahi ilgisini çekecek, sayfalarını karıştırma isteği duyacak kadar güzel bir tasarım. Öncelikle bu açıdan beğenimi dile getirmek istiyorum çünkü kitabın içeriğiyle son derece örtüşüyor ve göze hitap ediyor tasarımlar.

Kitabın içeriğini ele aldığımızda bu kitabın farkındalığımızı yükseltmek ve daha kaliteli bir yaşama kendimizi hazırlamak için bir yol gösterici olduğunu söyleyebilirim. 20 yıldır Ruhsal Dönüşüm ve Bilinçli Farkındalık alanlarıyla ilgilenen yazar bu konularda birçok eğitim, seminer düzenlemiş olup bireysel danışmanlık da yapmaktadır. Bu kitapta ise bildiği, öğrendiği yolları paylaşıp renkli tasarımlarıyla da adeta bir düşler masalına alıp götürüyor bizleri.

"Sık sık neler düşlediğine, kimlerden ilham aldığına, kendini neler yaparken düşlediğine dikkat et çünkü varoluş şarkınla ilgili önemli ipuçları barındırıyordur. Bazen kendine hiç konduramadığın ya da yapamam dediğin ama bir yandan da başkaları yaparken kendin için de aynısını düşlediğin şeyler tam da varoluş şarkının parçalarıdır."

Düş simyacısı olan yazar bizlerin unuttuğumuz sandığımız, içten içe arzuladığımız ama olmayacağına inandığımız, belki halının altına süpürdüğümüz tüm hayallere tekrar inanmamızı sağlıyor.

"Herkesin hayat yolu parmak izi kadar farklı ve özgündür. O yüzden varoluş şarkını bulurken ne kadar özgün olursan o kadar doğru yoldasındır. Aynı işi yapan iki kişi bile o işi kendine has biçimde gerçekleştirir."

Düşlerimizi hatırlatmakla da kalmayıp onları nasıl hayatımıza çekebileceğimizi doğrudan anlatıyor. Düş Atölyesi olarak adlandırdığı bölüm kitapta en sevdiğim kısımlardan biriydi. Okuyucunun doldurması için boş bırakılan sayfalarla bu öğretilenleri uygulamalı olarak yapılıyor ve çok daha etkili oluyor.

Şükür Güncesi ise yine en sevdiğim bölümlerin arasında yer alıyor. Yazar, 21 günlük bir günce hazırlayıp bizlere keyifli ve sonucu mutluluğa açılan bir etkinlik sunmuş. Ben bugün ilk sayfayı doldurdum, bakalım 21 gün sonrasında neler hissedeceğim...

"Mevcut hayatına mecbur hayatın muamelesi yapmayı bıraktığında hayatın değişmeye başlar."

Bu cümle beni çok etkiledi ve altını çizdiğim yerlerden biri oldu. Kitapta daha bunun gibi birçok etkileyici, üzerine düşünülmesi gereken cümle var. Yazar hayata olan bakış açımızı adeta yeniden yaratıp bizi daha pozitif ve ne istediğini bilen bir insana dönüştürüyor.

"Hatırla; sen kendine nasıl davranmayı seçersen bizi bize yansıtan ve devasa bir ayna olan yaşam da sana o şekilde davranmayı seçer. O halde ilk adım olarak kendine yaptığın iyi insan olma dayatmasından istifa et ve gerçek sen koltuğuna geç."

Kitap bu tarz öğretici sözlerin yanı sıra uygulamalı olarak yapılan meditasyon ve ritüelleri de içeriğinde barındırıyor. Ruhumuzu donatacak derecede zengin bir içeriği var.

Benim bu kitaba dair sevdiğim en şey çoğumuzun farkında dahi olmadan yaptığı hataları göstermesi ve doğru yolu öğretmesi oldu. Her zaman çok hayal kuran bir insan oldum ama hayal kurarken hatalar yapabileceğimizi bilmiyordum, bu kitap sayesinde öğrendim. Meğer yanlış kurduğumuz hayaller yüzünden sonu hep kaybetmeye çıkan bir kısır döngünün içine girmişiz... Sonrasında da kendimizi şanssız atfedip durmuşuz. Oysa hata bizdeymiş. Bu kitap sayesinde birbirine çelişen hayaller kurduğumuzu, aslında bazı hayallerimizin gerçekleşmesinden korktuğumuzu ve bunların altında yatan nedenleri gördüm. Öte yandan bundan sonra nasıl hayal kurmam gerektiğini daha iyi öğrendim. Belki bir düş simyacısı olmadım henüz ama hayallerim için daha doğru bir yol çizeceğim kesin.

Yazımı sonlandırmadan önce sizlerle güzel bir şeyi paylaşmak istiyorum. Bu güzel kitabın Çukur dizisindeki bir sahnede gösterildiğini biliyor muydunuz? Bilmeyen ve izlemek isteyenler için link bırakıyorum: https://m.youtube.com/watch?v=6X4dMpK_D9I

Düş'ün Olsun'u düş kurabilen herkese ithaf ediyorum. İçinizdeki hayalperest çocuğu her zaman diri tutun. Hoşça kalın.

28 Ekim 2020 Çarşamba

Hayatı Yeşile Boyamak

Bu yazımda Merve Özcan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ağustos 2020'de gerçekleşmiş olan Hayatı Yeşile Boyamak adlı şiir kitabından bahsedeceğim.

Bilgisayar mühendisi olan Merve Özcan, hayatı boyunca içinde hep bir yazma isteği olduğunu belirtiyor. Hayatı Yeşile Boyamak da bu arzusunu gerçekleştirdiği kitaplarından biri.

Şair, genel olarak şiirlerden önce kısa yazılar sunuyor bize. Yazdığı yazıların içeriğine uygun olarak da şiirlerini paylaşıyor. Bu yazı ve şiir olayını sevdim, tümüyle şiir okumak bir yerden sonra tekdüze, sıkıcı bir hal alabilir çünkü. En azından benim açımdan öyle. Bu yüzden hoşuma gitti. Şunu da demeliyim ki, yazdığı kısa yazıların bazılarını şiirlerinden daha çok sevdim. Bir başka kitabında sadece denemelerini paylaşabilir belki bizimle. Naçizane önerimdir.

"Firuze benim hayali kahramanım. Bazen terk edilmiş bir aşık, bazen sevip de kavuşamayan bir meczup, bazen tek taraflı sevginin nârına düşmüş bir seyyah... Firuze benim hayata dair şahit olduğum olayların toplamı. Firuze herkes... Bazen genç bir kız, bazen görüp geçirmiş bir ihtiyar... Dedim ya, Firuze benim hayali karakterim... Firuze sevmiş ama sevgisine layıkıyla karşılık bulamamış bu şiirde. Çok sevmiş ama yalansız sevgisi bir beden büyük gelmiş sevdiği kişiye, belki de birkaç beden... Firuze bir masal kahramanı. Şiir bir masala yazılmış. Hayat bir masal değil mi zaten? Sahi, sen söyle Firuze..."

Yazılardan biriydi bu mesela. Benim en sevdiğim kısımlardan biri oldu. Yazarın duru, akıcı bir dili var.

Kitapta yazarın hayali karakterim diye tasvir ettiği Firuze'ye ithafen birçok şiiri var. Bu şiirlerden birini sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Ne varsa aşka ve cesarete dair al yanına
Ve öyle git...
Gir Firuze, git artık!
Bencil bir kız çocuğu gibi
En ummadığım yerden vurup hayallerimi
Sen de git...
Dünyanın bütün sabahlarını da al yanına
Sakın unutma ha
Gece yarı uykulu dinlediğim şarkıları, yazdığım şiirleri de unutma...
Aman unutma al yanına
Tak ayrılığın şarjörünü.
Baksana kurşun işlemez benim bedenime
Acılara karşı zırhlı benim umutlarım.
Baksana
Buram buram kederli ellerim
Tutup da ne yapacaksın ellerimden?
Gitmek en kolayı be Firuze
Demek sen de kolayı seçenlerdensin
Demek sen de kalıpların altında ezilip kalbe zerre değer vermeyenlerdensin
Sustur içindeki merhameti
En merhametsiz gidişinle git
Bırak beni!
Sana mı kaldı beni düşünmek
Senin yüreğine ağır beni sevmek...
Git Firuze.
Acımasız bir katil gibi
Sık üzerime sevda kurşunlarını
Öldüğüme emin ol aman ha
Öyle git
Haram sana, sana tek bakış haram...
Sakın geri geleyim deme.
Öldü seni seven
Seni seven gömüldü
Bugün son
Bugün son gündü
Öldü sevgi
Sevgi bugün gömüldü..."

Şiirlerinde en sevdiğim özellik içten bir dilinin olmasıydı. Yazdıklarının çoğunun kendisini yansıttığını düşünüyorum. Zaten kendi dilinden ailesine yazdığı şiirler de kitabın içinde mevcut. Ablasına yazdığı şiirden bu dizeleri de paylaşmak istiyorum:

"Simsiyah gözlerinde masumiyet var abla
Yaşanmışlıklar var yüzünün kıvrımlarında
Yıllar yılı uzanan otuz yaş çizgileri
Sevgi var, kardeş sevgisi var her adımında
Şefkatin var tüm hayatımı saran, sarmalayan
Dinginlik, sakinlik ruh denizinin sularında."

Buradaki tasvirler çok hoşuma gitti. Şiirlerde kullanılan betimlemeler etkileyiciliği arttırıyor. Sadece aynı veyahut benzer anlamı taşıyan kelimelerin art arda kullanılmamasını öneriyorum. "Dinginlik" ve "sakinlik" kelimelerinin yan yana oluşu gibi.

Şairin dizeleri genellikle güzel hisleri çağrıştırıyor. Umutvari kalemiyle insanın içini ferah tutuyor. Şiir denildiğinde akla genel olarak melankolik şeyler gelir, oysa bu şiirler tam tersi. Bu da sevdiğim olaylardan biriydi. Şiir hep üzmez, insanın içini hoş da eder. Hem de çok güzel yapar bunu.

"Düş kırıklıklarını topla
Kaldır yüzündeki o çaresiz ifadeyi
Aynaya bak
Sensin işte, ayan beyan sen
Düştüklerinle, yenildiklerinle
Sevdiklerinle, sevildiklerinle
Hayal kur...
Derin bir nefes al...
Her şeye yeniden başla...
Her yeni güne...
Hep en baştan.
Unutma;
Hayat bazen sıfırdan başlar..."

Bu da o umut dolu şiirlerden yalnızca biriydi.

Kitabı özetleyecek olursak abartılı duygulardan arınmış, akıcı, içten ve güzel bir şiir kitabı diyebilirim. Eğer sizler de bir şiirseverseniz Merve Özcan'ın kitabını okuyabilirsiniz. Kendisine duygularını içtenlikle paylaşmaya devam edeceği bir ömür diliyorum.


23 Ekim 2020 Cuma

Gelincik

Bu yazımda Eylül Ayşe Çördük'ün kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ağustos 2020'de gerçekleşmiş olan Gelincik adlı kitabı değerlendireceğim.

Gelincik'i elime alıp okumaya başladığımda dikkatimi ilk çeken şey kapağın üzerindeki "Yaşanmış bir hayat" yazısı oldu. Yeni bir kitaba başlarken hemen hemen her okurun içinde beliren o merak duygum gerçek bir hikayeyi okuyacak olmamla daha da kuvvetlendi. Okuduklarım yazarın kendi hayat öyküsü müydü yoksa tanıdığı bir insanın hayatını mı ele aldı bilmiyorum ama duyguları geçirmeyi başardığını şimdiden söylemek istiyorum.

Kitap giriş kısmıyla dahi kasvetli, bizleri etkisine alacak bir hikayeyi barındırdığını belli etmekte. Daha ilk paragrafında bana altını çizdirmeyi başaran cümlelerden birini sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Birine çok fazla şey atfettiğinde onunla birlikte çok şey gider yaşamından ve senden."

Bu tarz düşünce ve hislerden oluşan etkileyici cümleleri okuduktan sonra asıl hikayeye, Gelincik'in hayatına giriş yapıyoruz. Kitabın ilk başlarında çocukluğunu okuduğumuz Gelincik'in yıllar sonraya dek uzanan hikayesine eşlik ederken kadınların yaşadığı zorluklar, kötü bir evliliğin insanın hayatından neler çaldığı gibi çok derin konulara şahit oluyoruz.

Hikayede hangi yılların anlatıldığını bilmiyorum ama o dönemleri okurken geri kafalılığın ne kadar ileri seviyede olduğunu görmemek imkansız gibi. Hoş, günümüzde de pek yol katedilmiş değil ama en azından kız çocuklarının okumasına gerek yok gibi algıların epey azaldığını düşünüyorum. Diğer konularda ise maalesef olduğumuz yerde sayıyoruz.

Kitabı okurken en sevdiğim şeylerden biri Gelincik'in hislerini detaylı bir şekilde görebilmek oldu. Yeri geldi onunla kızdım, yeri geldi onunla üzüldüm. Annesi kendisi hakkında ağır sözler söylediğinde hissettiği öfke güzelce aktarılırken şu cümleler de altını çizdiğim kısımlar arasına girmiş bulundu:

"O annesinin bir tane kızıydı, annesi de onun yerine kimseyi koyamayacağı can parçasıydı ama onu hiç anlamamıştı. Annesi onun en yakını olacakken en uzağında kalmış, Hasan'la ilgili o cümleyi kurduğunda arada buz dağları oluşturmuştu."

Kitap bölümlerden oluşuyor ve her bölüm yazarın seçtiği çarpıcı başlıklara sahip. Bölüm başlığını okuduğunuzda dahi merak duygunuz tetikleniyor. "İhanet Adres Sormaz Mı" ve "Ölümle Tanışmak" gibi daha nice başarılı başlıklar mevcuttu.

Bu başlıkların yanı sıra ara ara gelecekle ilgili yapılan yorumlar da "Acaba ilerleyen sayfalarda ne olacak?" diye düşünmeye sevk ediyor.

"Gelincik'in başında dua eden ve onun içinde bulunduğu duruma o gece tanık olup çok üzülen anneannesi o gecesen sonra o kızı ateşe atmışız diyecekti hep."

Yani yazar merak duygusunu her açıdan diri tutuyor ve Gelincik ile beraber biz de o olayları yaşıyoruz. Yaşarken de yazarın duygulu betimlemeleriyle hislerimiz yoğunlaşıyor.

"Aslında uyku bahane, o içindeki sevgisizliği haykırmıştı gecenin bir yarısı Gelincik'in yüreğine yüreğine. Kan ağlıyordu içi, çok yara almıştı. Nasıl iyileştirecekti kendini, nasıl kapanacaktı bu yaralar? Titreyen yüreği bedenine ağır gelirken bacakları onu taşımakta zorlanırken neye tutunacaktı o?"

Gelincik kendisini seven bir gençle evlenirken sonraları evliliklerinin iki yabancının aynı çatı altında yaşamasına dönüşünü izliyoruz. Sevgi bitiyor, dahası saygı evliliğin daha başlarında yokluğuyla Gelincik'i sınıyor. Hem fiziksel hem de psikolojik olarak şiddet görmesinin üstüne bir de ihanete uğruyor.

"Gelincik sabahtan beri tutmaya çalıştığı gözyaşlarına artık engel olamıyordu ama bu gözyaşları sadece kocası gidiyor diye akmıyordu. Dün gece yaşadıkları için, ondan önce yaşadıkları için ve kocası varken bile bu kadar yalnız hissettiği için ağlıyordu. Bu kadar uzaklaşmış ve bu kadar yabancılaşmış oldukları için ağlıyordu. Onu hevesle, umutla bekleyemeyecek olduğu için ağlıyordu."

En kötüsü de tüm bunları yaşadığı halde karşısındaki insanın kendini hep haklı görmesi, onu aşağılaması, "Kadın olsaydın da gitmeseydim" bile diyecek kadar hadsizleşmesi... Öte yandan çevresindeki bazı insanlar da çirkinleşmekte, onun yanında olmaları gerekirken daha da zor bir durumun içine sokmaktalar.

"Nasıl da kötü olabiliyordu insanlar istedikleri olmayınca, nasıl da çirkinleşebiliyorlardı, nasıl da anlayışsız, acımasız olabiliyorlardı..."

Tüm bu kötülüklerin içinde ise yanında olan güzel insanlar da vardı tabii. Abisinin ağzından dökülen bu sözler misal:

"Bir taraf  bu kadar çırpınırken bir tarafın da sadece kendini, kendi keyfini düşünmesine evlilik mi diyorsunuz siz? Evlilikte çiftler ya birlikte mutlu olur ya da birlikte üzülür. Ben bir evlilik görmüyorum."

Gelincik'in yüzü evlilikten yana hiç gülmezken başına daha birçok şey daha geliyor. O üzüldükçe ben de üzülüyorum, bu kadın mutlu olmayı hak etmiyor mu diyorum. Onunla empati duygusuyla beraber bir bağ kurarken sadece bir konuda kızmakta hak görüyorum. Ahmet'in ihanetleri bitip tükenmezken ve daha evliliğin başlarında bile zalimliklerini gösterirken neden hep umut besledin Gelincik? Bu soru "Keşke en başında gitseydin Gelincik, ömründen ömür gitmezdi belki böyle..." dedirtiyor bana. Gitmeye çok kez yelteniyor, gittiği de oluyor ama hep o umuda yenik düşüp düzeleceğine inanmıyor. Aslında Gelincik'in hikayesine sadece üzülmekle kalmamalı, ders de çıkarmalıyız. Kimsenin değişeceğine inanıp zalimliklerine göz yummalıyız.

"Saf bir sevgi ile karşıdaki insanın asla kötülük yapmayacağını düşünmek, yaptıysa da ona geçerli bir mazeret bulmak ya da bunun için kendini suçlamak da yeryüzü meleklerinin kötülük bilmeyen kalplerinin yansıması, yanılmasaydı."

Bu güzel sözler ve nicesiyle kitap hepimizin kanayan yarası olan konulara parmak basarak oldukça etkileyici bir eser olarak gözümde değer kazanıyor. Kitapla ilgili olumsuz eleştiri yapacağım husus ise yazım ve noktalama kurallarındaki eksiklik olabilir ancak. Bu konuya daha çok özen gösterilmesini isterdim ama elbette ki içeriğin önüne geçen bir unsur değil.

Kitapla ilgili yorumunun sonuna gelirken bu hikayedeki Gelincik'e ve hayattaki daha nice Gelincik'e sevdiğim bir sözü ithaf etmek istiyorum.

"Düzenim bozulur, hayatım altüst olur diye endişe etme, nereden biliyorsun hayatının altının üstünden daha iyi olmayacağını?" -Şems-i Tebrizi

Hoşça kalın.


22 Ekim 2020 Perşembe

İnce Şeyler

Serpil Özkan'ın kaleminden çıkan İnce Şeyler, yazarın üçüncü kitabıdır. Diğer iki kitabı şiir türündeyken bu defa düşüncelerini okurlarıyla paylaşma yoluna çıkarak bir deneme yazmıştır.

Kitap tümüyle düşüncelerden oluşmasına karşın okuyucuyu sıkıp boğmamakta, aksine bir su gibi akmaktadır. Yaklaşık iki saatte okuyup bitirdiğim kitap, yüzümde birçok gülümsemeye sebep oldu. Bunun nedeni ise yazarın hayata karşı olan sevgisi ve bambaşka bir pencereden bakıp güzellikleri görüşü oldu. Öyle ki okurken siz de yazarın penceresinden bakmaya başlayıp huzur duygusunun içinize enjekte edilişine şahit oluyorsunuz. Yazar, düşüncelerimiz hangi yönde ise ona doğru evrildiğimizi bizlere ziyadesiyle aktarmakta.

"Daha önce de belirttiğim gibi ruhunuzu neyle beslerseniz ona dönüşürsünüz. Dilinize, davranışlarınıza ve yaşam tarzınıza da o yansır."

Okumuş olduğunuz alıntı kitabın genel temasını yansıtmakta. Bu bakımdan sadece bir deneme kitabı olarak değil, insanın bakış açısını iyileştirmesi yönüyle kişisel gelişim ya da motivasyon kitabı olarak da görülebilir. Ben bu çok yönlülüğüyle kitabın herkese hitap edebilecek bir potansiyel taşıdığını düşünüyorum.

"Ayrıca, insan ne kadar iyi niyetli olursa olsun yaşamadığı olaylar karşısında nasıl bir tepki vereceğini önceden sezemez. Büyük konuşmamak ve ön yargılı olmamak gerek."

Altını çizdiğim kısımlardan biri de bu oldu. Yazar, yaşadığı deneyimler sonucu ulaştığı bazı görüşleri bizlere sunup fayda sağlamakta. Düşününce ne de doğru demiş, değil mi?

Kitabın anlatımını genel olarak beğensem de bazı cümleler tabii ki her zaman farklı bir yerde oluyor. Benim için bu kitabın en çarpıcı cümlelerinden biri de şuydu:

"Her koşulda insanın vicdanı kendine ayna tutan en adil yargıdır."

Yazar kişilik ve iletişim ile ilgili birçok noktaya parmak basıyor. Buradan da psikolojiye ilgili olduğu kanısına varıyorum.

"Çünkü biliyorum ki sağlıksız bir iletişim en çok sağlıklı insanlara zarar verir. Nefret dili kullanan, kavgaya yatkın olan, zorbalıkla bir şeyi yaptırmaya çalışan insanlar kendilerinden çok karşıdaki insana zarar verirler."

"Eğer siz egonuzu yönetemiyorsanız egonuz sizi piyon olarak kullanır ve yönetir. Egosunu tanıyan ve yönetebilen insanlar asla onun oyununa gelmezler."

Kendi kaleminden çıkan cümlelerin yanı sıra sevdiği sözleri de yer yer bizlerle paylaşmış yazar. Genel olarak kitaplarda alıntı yapılmasını pek desteklemiyorum fakat konuya uygun, tabiri caizse "cuk oturdu" diyebileceğimiz alıntıların bir kitabın içeriğini zenginleştirip süslediğini düşünüyorum. Yazar bu konuda başarılı olup yersiz, kitabı doldurmak için yapılanlardan alıntılardan kaçarak yerinde ve vurucu alıntılar yapmış. Kendi fikirlerini ifade ettikten sonra o alıntılarla destekleyerek konuyu iyice pekiştirmiş. Bu detayı sevdiğimi dile getirmeliyim.

Alıntılar konusu açılmışken, yazar kendi şiir kitaplarından da yer yer alıntı yapmış bulunmakta. Bu da içeriği zenginleştiren, salt deneme olmaktan çıkaran güzel bir noktaydı.

Kitabı teknik açıdan ele almak gerekirse gözüme çarpan bazı imla hataları olmadı değil. Çok fazla göze çarpmasa da yer yer hatalar mevcuttu. Bunun dışında olumsuz anlamda eleştiri yapabileceğim herhangi bir unsur dikkatimi çekmedi.

Eğer pozitif düşünmeye, gülümsemeye, yazarın anılarını da serpiştirdiği cümlelerle eskileri anmaya, tüm bunların sonucunda hayata karşı daha manidar bir bakış açısı kazanmaya ihtiyaç duyuyorsanız hiç kuşku duymadan kitabı okumanızı öneriyorum.

"Yazarak kendini ifade etmeyi sevenler bilir, öyle bir an gelir ki yüreğinizden geçen yoğun duyguları kağıda dökmedikçe rahat edemezsiniz. Hep bir şeyler eksik kalmış gibi hissedersiniz."

Yazarın bu cümleleriyle son alıntıyı yaparken kendisine kalemin elinden düşmediği, aklındaki ve gönlündeki hazineleri her zaman okurlarıyla paylaştığı bir ömür diliyorum. Siz sevgili okuyucuların da kitaplarla haşır neşir olmaya devam etmesini umuyorum. Hoşça kalın!