29 Ocak 2021 Cuma

1918 Gülfidan

Bu yazımda Sevinç Meydan Dede'nin kaleminden çıkmış, ilk basımı Ocak 2021'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan 1918 Gülfidan adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Sevinç Meydan Dede, ilk kitabı olan 1918 Gülfidan'da gerçek bir hikayeyi ele almıştır. Ermenilerin Osmanlı Devleti'ne yaptığı baskınları, işkenceleri ve savaşları anlatan yazar o dönemi yaşayan insanlardan biri olan Gülfidan'ı ve ailesinin başına gelenleri kaleme almıştır. 

Gülfidan, on beş yaşlarında olmasına karşın yaşına göre çok olgun, çok mücadeleci bir Türk kızıdır. Ailesini teker teker kaybettiği bu korkunç süreci okurken onunla üzüldüm, onunla mücadele ettim adeta. Babası, annesi, kardeşi, amcası, yengesi... Hepsini okurken içinizi bir burukluk kaplarken aynı zamanda tarihi olaylara şahit olmak bilinçlenmenizi ve bir şeylere daha farklı bakmanızı sağlayacak. 

Bu tarihi olayları gerçekçi bir şekilde aktaran yazarı takdir ediyorum. Kitabı yazma sürecinde fazlasıyla emek gösterdiği okuyucuya bariz bir şekilde geçiyor. Tasvirleri, insanların içindeki o karmakarışık duyguları aktarışı çok başarılıydı. Öfke, hüzün, kin, umut... Hepsi hissettirilmişti. 

Gülfidan ile kardeşi Sultan'ın arasındaki bağı çok severek okudum. Gülfidan'ın kendisi de henüz küçük olmasına karşın her zaman kardeşini düşünmesi, ona annelik yapması duygulandırdı. Babalarının gözünü kırpmadan savaşa gitmesi, amca çocukları Salih'in topal olduğu halde mücadele etmek istemesi ve daha birçok detay Türk milleti olarak ne kadar savaşçı bir yönümüz olduğunu ortaya koymaktaydı. 

"Salih, benim ne kadar yaşayacağım belli değil oğlum! Onun için vebal kalmasın. Senden bir isteğim var. Daha doğrusu sana vasiyetim olsun bu söylediklerim. Bu savaş devam ederse ki sen de bu savaşa katılmalısın. Ermenilerin çocuklarına, ihtiyarlarına, kadınlarına asla dokunma, ilişme... Onlar gibi yapma... Türk gibi, erkek gibi, muharip unsurlarıyla gözünü kırpmadan tüm ecdadın adına gideceğin yere kadar vuruş... Ama tekrar ediyorum: Onlar gibi sakın olma... Beni kabrimde huzursuz etme oğul..."

Yakup Ağa'nın bu sözleri Türk milletinin savaş sırasında bile erdemliğini koruduğunu vurgulamakta. Ermeniler ise bebekleri, çocukları öldürüp kadınlara tecavüz ettiler. Bu vahşet dolu anları okumak bile çok kötüydü. Gülfidan ve Sultan'a yardım eden Hamza Dede'nin onları erkek kılığına sokması ve bu şekilde Ermenilerden korumaya çalışması da bu olayı desteklemekte.

Tüm bu korkutucu anların içinde Gülfidan ve ailesinin açlıkla, susuzlukla, soğukla, tabanları yara bere olmuş ayaklarıyla, yüreklerinde her saniye korku taşıyarak mücadele etmeleri bana çok farklı duygular yaşattı. Kalplerindeki umut ve mücadele hayranlık duymamı sağladı. 

Velhasıl-ı kelam, bu kitabı okuyunca Türk milletinin savaşçı yönünden ilham alacak, geçmişimizi tanıyacak ve o dönemdeki insanlarla empati kurarak yaşadıkları vahşetleri anlayacaksınız. Herkesin rafında bulunması gerektiğini düşündüğüm bir kitap. Küçükten büyüğe herkes bu kitabı okumalı ve bilinçlenmeli. Yazarı böylesine kıymetli bir eser yazdığı için kutluyorum. 

Esen kalın.

                                                          Aleyna Uluç

27 Ocak 2021 Çarşamba

Son Saklambaç

Bu yazımda Ömer Gökçe'nin kaleminden çıkmış, ilk basımı Haziran 2019'da, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Son Saklambaç adlı kitabından bahsedeceğim.


Ömer Gökçe, ilk kitabı olan Son Saklambaç'ta Şanlıurfa'nın bir ilçesi olan Halfeti'yi, bu ilçenin geçmişini, kültürünü ve etrafında dönen bir olayı ele almıştır. Kitabın başında geçen "Bu eserdeki kurguya konu olan mekanlar, olaylar ve kişile Halfeti'nin gizemli ve güzide varlığı kadar gerçektir." yazısıyla yazar gerçeklerden yola çıktığını ifade etmektedir. 

Kitabın konusunu özetlemek gerekirse; Üniversite öğrencisi olan Nesim, tezini yazmak ve de gezmek için Halfeti'ye gelir. Beraber geldiği tur rehberliğinden yeteri kadar doyum alamayınca gruptan ayrılır ve kendi başına gezmeye karar verir. Kahvehanede yalnız başına otururken buranın yerlisi olan Soner ile tanışır ve böylelikle Halfeti macerası başlar. Soner, Nesim'e Halfeti'yi adım adım gezdirmekle beraber onu hiç beklemediği bir olayın içine sürükler ve Halfeti'nin geçmişine götürür. Boyutlararası bir geçiş yapan Nesim ne olduğunu anlamaya çalışırken kendini yıllar önceki genç Soner'in yanında bulur ve maceraları ilginçleşerek devam eder.

Bu ilgi çekici ve daha önce okuduklarıma hiç benzemeyen kurguyu beğendiğimi kesinlikle söylemeliyim. Yazarın yaratıcı yönü oldukça ağır. Bunu kitabın içindeki diğer sürprizlerle daha rahat anlayabilirsiniz. Yaratıcı yönünün yanı sıra kitaba çok özen gösterdiği de şüphesiz ortada. Bir yerin tarihini, kültürünü aktarmak emek ve özen ister. Hataya düşmeden doğru tanıtmanız gerekir. Yazar da birçok kaynaktan ve tanıdığı insanlardan yararlanarak ilmek ilmek işlemiş bu bilgileri. Okurken kendinizi adeta orada, Nesim ile beraber Halfeti'yi keşfeder vaziyette hissediyorsunuz. Tasvir edilen yemeklerin kokusu tütüyor sanki burnunuzda. Bir film gibi canlanıyor gözünüzde mekanlar, insanlar. 

Nesim ile Soner'in arasındaki çekişmeli diyaloglar, Nesim'in tezcanlı ve meraklı halleri kitaba can katıyor. Soner'in gizemli sözleri de cabası ki, o da bizi her an şaşırtmaya hazır bir karakter. 

Kitabı okurken olayların nereye bağlanacağını, sonunda ne olacağını hep merak ettim ve hiç beklemediğim bir sonla karşılaştım. Gerçekten de şaşırtıcı bir sondu. Kitabın başlarında ve ortalarında detay olarak gördüğümüz şeylerin sonda bir anlam bulması zekice ve takdire şayandı. 

Son Saklambaç'ı gerçekten çok severek okudum. Gözüme çarpan tek hata Soner'in Karagül hikayesini iki kere anlatması oldu. Bunun dışında eleştirebileceğim bir şey göremedim. Özgün bir eser okumak isteyen herkese Son Saklambaç'ı öneriyor ve yazarı da bu başarılı eseri için kutluyorum. 

Esen kalın.

                                                      Aleyna Uluç

20 Ocak 2021 Çarşamba

Kozmik İfşaat

Bu yazımda Hazar Tandoğan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2018'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Kozmik İfşaat - Yaratılış ve Varoluş Hakkında Fizikötesi Bilgiler adlı kitaptan bahsedeceğim.


Hazar Tandoğan, fizikötesi bilgiler hakkında derin geçmişi bir olan biri. Gerek kendi yaşadıkları, gerek araştırdıklarıyla beraber bu konuda geniş bir bilgiye sahip ve de bu bilgileri kitabı dışında Youtube kanalında da paylaşmakta. Yine bu konular üzerine bir TV programına da konuk olmuştur.

Kapak tasarımını da üstlendiği Kozmik İfşaat beni daha önce hiç bilmediğim, çok yabancı olduğum konularla buluşturdu. Fizikötesi ya da varoluş üzerine hiçbir bilgim olmadığından dolayı kitabı doğru ya da yanlış diye yorumlama hükmüm yok fakat okuduklarımın beni şaşkınlığa düşürdüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. 

"Bir gece uyurken pencereden ablamın tarif ettiği kırmızı gözleri gördüm ve babamı kaldırdım. Babam elindeki sopayla hemen dışarı çıktı. İlginç bir şekilde ben de arkasından dışarı fırladım. Bahçe karanlıktı ama ben garip bir şekilde korkmuyordum ve hemen evin arkasına doğru sezgilerimin yönlendirmesi ile yürümeye başladım. Tam karşımda oldukça parlak, cüsseli ve uzun sarı saçları olan bir Pan duruyordu. Bu bir kadın Pan'dı. Üzerinde hiç kıyafeti yoktu. Boyu 2 metreden fazlaydı. Öylece durmuş ve bana bakıyordu. Babam da peşimden gelmeye başladı ve ben tam o sırada elimle işaret ederek orada, işte orada dedim. Babam hemen yanıma geldi ama o varlık anında duvarın üzerinden atlayarak okul bahçesine geçti ve hızlı bir şekilde ortadan kayboldu."

Yazar burada kendi yaşadığı bir olayı anlatıyor. Ayrıca kitabın içinde paylaştığı başka deneyimleri de var ki hepsi insanı şaşkınlığa sürüklüyor. Sizce de hayret edici değil mi? 

Astral seyahat konusu da kitabın ana konularından biri. Bu kavrama şu aralar kulağım aşina olsa da bu kitap sayesinde daha iyi öğrenmiş oldum. Benim en çok ilgimi çeken konu ise daha önce görmediğim varlıkların tanımlarıydı. Bakınız, goblin/cüce tanımı şu şekilde verilmiş:

"Bedenlidirler ancak astral boyut geçebiliyorlar. Çok hızlı hareket ederler ve kamufle olma özellikleri vardır. Bu yaratıklar da çeşitli ırklardan oluşurlar. Yeşil ve beyaz, kanatlı ve kanatsız, tüylü ve tüysüz olanlar gibi farklı görünümlere sahiptirler. En çok astral, rüya ve karabasan (uyku felci) sırasında karşılaştığımız varlıklardır. Genelde ormanlık alanların kuytu ve ıssız yerlerinde veya yer altlarında yaşadıklarından ağaçların arasında saklanıp insanları izlerler. Nadiren de olsa ormanda karşılaşmalar yaşanır."

Kitapta herkesin ilgisini çekecek bir nokta var ki onu da sizlere özetle anlatmak istiyorum. Yazar, 2012 senesinde tam uzanacağı sırada yanı başında bir varlık hissetmiş. Bu varlık ona bir şeyler söylemiş. Yazar bunun telepati şeklinde hiç bilmediği bir dil olduğunu söylemekte. Başucunda bulundurduğu kağıt kalemi alıp yazmaya başlamış söylenenleri. Son cümle söylenirken sesin uzaklaştığını hissetmiş. Uzun süre bu sözlerin ne anlama geldiğini araştırmış. Bir gün internet üzerindeki çeviri sitesinde sözcükleri tek tek çevirmeye ve anlamlandırmaya başlamış. Bu anlamın kişiden kişiye göre farklılık gösterebileceğini düşündüğünden paylaşmamayı tercih etse de olay kendi başında oldukça dikkat çekici değil mi sizce de?

Beni devamlı olarak şaşırtan daha nice yer var... Sizde de aynı etkiyi uyandıracağını tahmin ediyorum. Bilhassa bu konulara karşı ilgi ve merakı olan insanların kitabı ellerinden düşürmeden okuyacaklarına eminim.


Eğer anlattıklarımdan çıkarımla konular ilginizi çektiyse yazarın Youtube kanalını da inceleyebilirsiniz. Buraya linkini bırakıyorum: https://m.youtube.com/channel/UCpeIIR8LD3j261XMDAc_wtw

Yazara başarılarının devamını diliyor ve deneyimlerini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyorum. 

Esen kalın.

                                                    Aleyna Uluç

14 Ocak 2021 Perşembe

İçimdeki Sen

Bu yazımda Nilsu Algür'ün kaleminden çıkmış, ilk basımı Aralık 2020'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan İçimdeki Sen adlı kitaptan bahsedeceğim.

15 yaşındaki genç yazar Nilsu Algür, İçimdeki Sen ile yazarlık dünyasına bir adım atmıştır. 130 sayfadan oluşan bu öykü kitabında ana karakterimiz Yağmur'un aşk, aile ve hüzün temalı hayatını okuyoruz.

Yağmur, küçükken anne ve babası tarafından terk edilen genç bir kız. Bunun eksikliğini hayatı boyunca yaşarken kendisi gibi terk edilmiş olan Buse ile yurtta sıkı bir arkadaşlık kurmuş, üniversiteyi kazandıklarında da beraber bir eve çıkmışlardır. Yağmur'un üniversitede hayatının aşkını bulması ve ailesinin yıllar sonra ortaya çıkması gibi olaylarla da hayatının değişmesine tanık oluyoruz.

Kitabın ilk kısımları günlük olaylardan oluşurken sonrasında bir ters köşe yaşanıyor ve beklemediğimiz şeyler okuyoruz. Hikayenin teması farklı bir hale evriliyor ve okuyucuyu şaşırtıyor. Bu olayı sevdiğimi ve başarılı bulduğumu söylemeliyim. 

İlk sayfalarda betimlemeleri yetersiz bulsam da yazarın henüz ilk kitabı olduğunu baz aldığımızda bu normal karşılanabilir. İlerleyen sayfalarda betimlemelerin artması ve karakterin duygularının daha iyi geçmesi de kitabı yazma aşamasında kalemini geliştirdiğini gösteriyor. Örnek vermek gerekirse Yağmur'un yazdığı yazılarda anlatım başarılıydı. 

"Kendimi derin bir çukura düşmüş gibi hissediyorum. Ne zaman kalksam geçiriyorsun sırtıma tekmeyi. En korkunç rüyalarımda sen çıkıyorsun karşıma. Ben yine sana sığınıyorum. Yokluğun rüyalarımda bile acı veriyor bana. Dünyamda senin olmadığın yer yok. Senin olmadığın dünyalara ben tutunamıyorum. Duy, takdir et acımı, utan kendinden, bakama yüzüme."

Bu yazıları beğendim ve yazarı kendini geliştirdiği için takdir ettim. 

Genel olarak bakıldığında İçimdeki Sen genç kurgu sayılabilir. Bu türü okumayı sevenlerin kitabı beğenerek okuyacaklarını ön görüyorum. Genç yazarımıza da yazı hayatında başarılar diliyorum. Kendisini her kitabında daha da geliştireceğip üstüne katarak ilerleyeceğinden eminim.

Esen kalın. 

                                                          Aleyna Uluç

13 Ocak 2021 Çarşamba

Koz

Bu yazımda Ayşenur Akın'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Nisan 2020'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Koz adlı kitaptan bahsedeceğim.

Ayşenur Akın yazı hayatına bir şiir kitabıyla başlamıştır. Bu şiir kitabının kapağını ilgi çekici ve hoş buldum. Keza ismi de öyle. Koz, kulağa hoş geliyor. 

Kitabın içeriğine gelirsek söyleyeceğim ilk şey şairin kafiyeleri ustalıkla kullandığı olur. Günümüz şiirlerinde kafiyenin pek dikkate alınmadığını da baz alırsak bu yönüyle ilgi çekiyor ve okurken ritmik bir hava oluşturuyor. Örnek olarak Kuş Bir Başkasıdır isimli şiirini paylaşmak istiyorum:

Kuş Bir Başkasıdır

Siyah gelinler, siyah geceler, heceler siyah...

Kan kırmızı, kar kırmızı, el kırmızı.

Yaşıt ölümler, eşit boyutlar,

Sanki hiç bilmediğimiz ocaklar, aralıklar.

Sorusu olmayan soru işaretleri,

Kafatasına serilmiş fikrin ikinci eli.

Eşini bekleyen bir kuş düşer omzuna.

Talih kuşu hazırdır hesabına konmaya.

Parmak ucunda dikilirsin sancının,

Damlalarını düşürmeden yağmurlarının;

Gölgen düşer.

Yüz düşer, diz çöker, vakit biter.

Kafesinden guguk kuşları öter.

Zamanın oburluğuna besilenen kuşlar,

Göçüp giderler.

Kafiyelerin yanı sıra öyküvari bir anlatımı var şiirlerin ki bu da beğenimi kazandı. Şairin kendisine özgü bir havası var. Bunu da Şahsın İkinci Hâli şiiriyle göstermek istiyorum:

Şahsın İkinci Hâli

"Yandı, kavruldu ay gece vakti

Abasına doldurmuştu yıldızları

Biz seyretmeden uyuyakalma hali...

Ninnileri ağzında dikili çocukların.

Sol yanında

Kepenkleri kapatmışlık vardı

Demirlerimizi ısıtan

Sokak lambaları

Suni güneşimizi kapatamadı

Ay ve tayfası

Üzerimize yakışan

Kalıbımızda şekil alırdı

İnkâr etmeyin

Hepimizin maddesinde ikinci bir hâl vardı."

Özellikle son iki dize dikkatimi çekti ve altını çizdim. Doğru bir noktaya parmak basılmış.

Şiirlerin isimleri de dikkatimi çekti. Hayaller Söndürür Lambamı, Son Son Son Yanılgısı, Kayıp Kalpler Bürosu ve Kelebeksiz Uykular gibi farklı ve kulağa hitap eden isimler konulmuş şiirlere. 

Sözün özü, şairin özgün ve başarılı şiirleri var. Eğer şiir okumayı seviyorsanız 86 sayfadan oluşan bu şiir kitabını sizlere öneriyorum. Şaire de şiirleri için bolca ilham diliyorum. Belki ikinci bir şiir kitabı daha gelir yahut da farklı bir türle okuyucularını karşılar, kim bilir? Beklemedeyiz.

Esen kalın.

                                                    Aleyna Uluç

8 Ocak 2021 Cuma

Dört Yapraklı Yonca

Bu yazımda Şeyda Aksel'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Aralık 2019'da, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Dört Yapraklı Yonca isimli kitaptan bahsedeceğim.


Şeyda Aksel, 2017'de ilk kitabını çıkarmış ve Vaveyla ismindeki bu kitabında Marmara depremini konu almıştır. Daha sonra 2019 yılında ikinci kitabı olan Dört Yapraklı Yonca'yı ve 2020'de de üçüncü kitabı Eyvah Annem Kayboldu'yu Kutlu Yayınevi'nden çıkarmıştır.

Dört Yapraklı Yonca, yazarın gördüğü bir rüyanın gerçek olmasından esinlenerek yazdığı bir kurgudur. Kendi yaşadığı bu olaydan ilhamla İrem'in de rüyasında evleneceği kişiyi görmesi ve bu kişiyle yollarının çok farklı şekillerde kesişmesini okuyuculara sunmuştur. Tabii kitabın kurgusu bununla sınırlı değil, İrem ve Okay'dan önce efsanevi bir aşk olan Fatma ve Ahmet'i okuyoruz. Bu arada, Okay ismi de yazarın çocuklarının isimlerinden oluşmakta. 

Kitaba dair en sevdiğim şey okurken bir yapbozu tamamlamaya çalışıyormuş hissiyatı yaratması oldu. Geçmiş ve günümüz arasında mekik dokuması, dört yapraklı yonca kolyesinin gizemi ve iki farklı aşk hikayesinin nasıl birleşeceği konusu hep merakımı tetikledi. Acaba Ahmet neden öyle yaptı, Okay kimin neyi çıkacak gibi birçok soruyla sürekli tahmin yürüterek okudum ve çoğu tahminimde yanıldım diyebilirim. Bu yapboz tamamlama bir yana dursun, sevdiğim başka bir nokta da blog konusu oldu. Kitabın büyük bir kısmında önemsiz gibi görülen blog aslında birçok şeyi ortaya dökmeye vesile oluyor. Burada daha fazla ipucu vermek istemiyorum ama kitap için güzel ve yaratıcı bir detay olduğunu söylemeliyim.

Kitabın anlatımına gelirsek yalın ve akıcıydı diyebilirim. Abartılı betimlemelerden kaçınılmış ve herkese hitap edebilecek bir yazım tarzı tercih edilmiş. 

Kitabın karakterleri de samimi ve içimizdendi. Yazarın karakterlerini benimseyerek yazdığı cümlelerinden yansıyordu. Karakterleri genel olarak sevsem de yer yer İrem'e arkadaşı Hazal'a olan tavırlarından dolayı kıl olduğumu söylemeliyim. En sevdiğim karakter ise kesinlikle Fatma oldu, kendine has kişiliği ve azmi, olgunluğu ile kalbimi fethetti. Özellikle de başına gelenlerden sonraki tutumu takdire şayandı. 

Geçmişin ve günümüzün harmanlandığı hikayeleri seven, bir aşk hikayesi okuyayım ama merak da ettirsin diyen herkese bu kitabı öneriyorum. Merakla okuyacağınızı ön görüyorum. Bakalım siz de benim gibi tahminlerinizde yanılacak mısınız yoksa sezgilerinizin kuvvetini mi tescillendireceksiniz?

Yazarı kurduğu bu güzel dünya için kutluyor ve yazı hayatında başarılarının devamını diliyorum. Esen kalın.

                                                      Aleyna Uluç

7 Ocak 2021 Perşembe

İki Dünya Arasında 1 - Platonik Sevda

Bu yazımda Nazak takma adlı yazarın kaleminden çıkmış, ilk basımı Aralık 2020'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Platonik Sevda adlı kitaptan bahsedeceğim.

Yazarın ilk kitabı olan Platonik Sevda aynı zamanda İki Dünya Arasında serisinin de ilk kitabıdır. 

Kitabı elime aldığımda dikkatimi çeken ilk şey şüphesiz kapağı oldu. Oldukça ilgi çekici ve göze hitap eden bu kapağın tasarımı da yazarın kendisine ait. Hikayenin ne olduğunu, ne anlattığını düşündürmekte bu tasarım. Öte yandan ismi de acaba bir aşk kitabı mı diye düşündürürken kitabı okuduğunuzda ismin çok doğru tercih olduğunu düşünüyorsunuz çünkü ana karakterin ismi Sevda ve kendisi hep platonik aşklar yaşayan biri. Tabii kitap bununla sınırlı değil; Sevda'nın bu dünya ile öbür dünya arasında kalması ve yaşadığı tüm garip ruh halleri anlatılmakta. 

Kitabın konusu ne kadar ciddi olsa da yazar mizahi bir üslup kullanarak okuyucuyu şaşırtmış ve alışagelinmişin dışında bir eser ortaya koymuştur. Mizahi derken, dini alaya aldığını kastetmiyoruz elbette. Bu mizahi yön Sevda'nın gün içinde yaşadığı olaylarda ve ruh hallerinde baskın olmakta. Ben bu farklı tarzı sevdim ve hoşuma gitti. 

"Velhasıl Sevda topu attan, Sevda coş, koş, yürü beee kim tutar seni gazını bana kendimden başka verebilecek kimse yoktu. Özgüven dopingi ve kaymış şaftımı rehabilite edebilecek bir psikolog vardıysa da ona yatıracağım paradan sonra çaya batıracak bisküvim kalmazdı. Zaten bu ödeme hesap türü dünyevi şeyler kafamı yeterince bozmuşken konsantre olamaz ve psikologla seansımız 'Borcum ne kadar? Kaç seansta ne kadar? İki seansta bitse olur mu, olursa ne kadar?' diyaloğunu geçemezdi."

Bu paragraf hepimizin iç sesi gibi. Bu güldüren cümlelerin yanı sıra karakteri gerçek gibi hissettiğimi de söylemeden edemeyeceğim. Hatta öyle ki, bir yerde gerçek bir karaktermiş gibi düşündüğümü fark edip "A bu hikaye gerçek değildi ama." diye kendi kendime düşüncelere daldım. Belki yazar kendinden bir şeyler katmıştır, onu bilemeyiz elbette ama böyle hissettirmesini sağlayan en kuvvetli şey karakterin düşüncelerini samimiyetle ve detaylı bir şekilde aktarması oldu.

"Benim hayatımdaki en büyük yanlışım hep kendi meselelerini başkalarına sormak oldu. Bu mu doğru, bu mu yanlış? Kim benim kalbimin röntgenini çekebilirdi ki? Kim saliseyle yaşadığım kısacık çekim alanlarındaki yüksek dozdaki voltajımızı hissedebilirdi? Orada mıydılar? Hayır! Bizi gördüler mi? Hayır! Kalplerimizdeki görünmez bağı ve bir ömür mutlu olup olamayacağımızı kim bilebilirdi? Kimse! Ama herkesin bir fikri vardı. Ben hep olmayacakların aşkını yaşardım, onlar hep doğru! Halbuki hepsinin abuk subuk aşk hikayelerini can kulağıyla dinliyordum ve ümitlerini yitirmesinler istiyordum. Ben dosttum! Elbette yanlışa sürüklemek değildir dostluk ama bazen sırtını sıvazlamaktı. Sen perdelerini çekip umutsuzluğa yol alırken, o perdeyi açıp "Gün aydın ve sen başarabilirsin!" diyen, karamsarlık denizinden çıkaran, güçlü, tatlı bir ses olmalıydı. Zaten olumsuzluklara çivilenmişken üzerine çekiç vurmanın ne alemi vardı?"

Bu gibi cümlelerle Sevda'yı daha iyi anlıyor ve bir iletişim halinde oluyoruz. 

Kitap Sevda'nın kafa sesleriyle sürerken aynı zamanda iş yerinde aşık olduğu Aslan karakteri de bir soru işareti gibi dönüyor kafamızda. Bunun nedenini söylemeyeceğim çünkü okuduğunuz zaman anlamınızı isterim ama şunu söylemeliyim ki ben de Sevda gibi merak içindeydim onu okurken ve bazı davranışlarını "Neden öyle yaptı?" diye sorguladım. Ben böyle merak ededururken kitabın sonu da bu merakı destekler nitelikte, en heyecanlı anında bitti. İkinci kitap ne zaman gelir bilemiyorum ama geldiği zaman hızla okuyup Aslan'ın cevaplarını almak istiyorum.

Sözün özü farklı türde bir kitap okumak istiyorsanız Platonik Sevda'yı öneriyorum. 35 yaşındaki Sevda'nın trajikomik hikayesi size neler düşündürecek bakalım?

Yazara serinin devamı için ilham ve başarı diliyorum. Esen kalın.

                                                      Aleyna Uluç

6 Ocak 2021 Çarşamba

Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadının Geri Dönüşü

Bu yazımda Nihan Göğman'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kasım 2019'da, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadının Geri Dönüşü adlı kitaptan bahsedeceğim.


Nihan Göğman, çocukluğunda zihninde çizdiği ve bazı özellikler atfettiği Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadın'ın içsel dünyasını bizlere sunmuştur. Bir metafor olan bu karakteri okurken birçoğumuz kendimizi bulacak ve ona düşüncelerinde hak vereceğiz. 

Kitapla ilgili yorumlarıma öncelikle ismi ve kapağı üzerinden başlamak istiyorum. Kitabın kapağını içeriğe uygun buldum ve bu maskelerin kitabın içinde vurgulunan sahte insanları temsil ettiğini veyahut da kadının bin bir halini resmettiğini düşündüm. İkisi de olmayabilir fakat baktığım anda benim gördüğüm bu oldu. İsme gelirsek de kitabın özeti niteliğinde denebilir fakat uzunluk bakımından yorucu olduğunu düşünüyorum. Akılda kalıcılığını arttırmak adına daha kısa bir isim olabilirdi.

Kitabın içeriğine gelecek olursak şüphesiz ilk söyleyeceğim şey yazarın kalemine bayıldığım olur. Seçtiği kelimeler, onları ustalıkla kullanışı, nokta atışı tespitleri... Hepsi şahaneydi. Çizdiği karakterin düşüncelerini ve duygularını çok net, olduğu gibi aktarmış bizlere. 

"Yuvarlak kadınlara da bazen özenmiyor değilim. Esneyen fikirleri, değişen doğruları, kabul edici taraflarıyla benim kadar yalnız kalmadıklarını ve daha mutlu olduklarını ifade eden hatları var onların ama benim gibi kadınlar hep üzülmeye ve mutsuzluğa demir atmış gibiler. İşte bu kadınların köşeleri içten içe o kadar yıpranır ki görünmeyen elle tarafından sımsıkı sıkılmıştır boğazları ve ruhları. Yapılanlar, yaşananlar o kadar yakar ki yüreklerini... Çünkü sevdiklerinin kötüleşeceğine ihtimal vermeyen yürekleri kanatır tüm mutlu cevherlerini."

Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadın günümüzdeki azınlığı, düşünen insan yapısını temsil ediyor bir yandan da. Okudukça başınızı sallayarak onaylama arzusu uyandırıyor cümleleri. 

İkiyüzlü olmanın, sürekli hesap kitap peşinde koşmanın, yaptığı her davranışın altında kendi menfaatini düşünmenin normalleştiği, erdemli insanlara karşı "Aman sen de..." tavrının takınıldığı şu iğrenilesi dönemimize isyan ediyor kadın:

"İyiliklerin dişlendiği, sadece çıkarların havada kapıldığı hayasız ağızlara vurmak istiyorum en kalın mühürleri."

İç sesimiz gibi aslında çizilen bu karakter. Söylemek istediklerimiz, yıkmak istediklerimiz gibi. 

"Her şey, değişim, yeni dünyalar kişinin ruhunda doğmaz mı? Kişi kendisiyle savaşarak, bedeninin ve zihninin kontrolünü eline alarak, hayattan izole edilmiş insanların hakkını savunarak kazanmaz mı benliğini? Ya zoru seçersin, başarın da, gururun da büyük olur ya da olura tamah edersin, adaletle terbiye edemediğin yüreğinin bir yaşam esiri olarak yaftalanmış özgürlüğüyle gerçekleri görmezden gelme ayinlerini gerçekleştirirsin. Bir insanı anlamaya çalışarak büyümez mi insan kendi kalbinde? Ya da anlayarak değiştirmez miyiz kendimizi, sonra da izlemez miyiz dünyanın nasıl güzelleştiğini?"

Bu alıntı kitabın en sevdiğim kısmı oldu. İnsanı hem sorguya çeken hem de aydınlığa ulaştıran bir paragraf. Kitabın sonunda okur için yazılmış olan kısım da yüreğe dokunuyor ve kitabın tesirini korumaya devam ediyor. 

Velhasıl-ı kelam, düşündükçe zihninizin açılacağını size bir kere daha öğreten ve düşünmeye teşvik eden bu kitabı herkese öneriyorum. Yazarı da bu etkileyici kitabı için kutluyor ve yazı hayatında başarılar diliyorum.

Esen kalın.
 
                                                       Aleyna Uluç

1 Ocak 2021 Cuma

Bulutların Dansı

Bu yazımda Samet Türkyurdu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde, Kasım 2018'de gerçekleşmiş olan Bulutların Dansı adlı kitaptan bahsedeceğim.


Samet Türkyurdu, şu ana dek 4 eser sunmuş bir yazar/şairdir. Turuncu Radyo adında bir öykü kitabı, Karga Rüyaları adında bir romanı ve Bulutların Dansı haricinde Düşler Gezgini adında bir şiir kitabı daha vardır. 

Bulutların Dansı'nı yorumlamaya öncelikle kapağı ve ismi ile başlamak istiyorum. İsmini içindeki şiirlerden birinden almış olan Bulutların Dansı kulağa oldukça hoş ve naif geliyor. Şiirlerin genel temasına, ruhuna da uyan bu ismi oldukça sevdim. Kapağı da mavi ve sarının iç ısıtıcı bir şekilde koordinasyon edilmesiyle göze hitap etmekte. 

Şairin diline geldiğimizde seçtiği kelimelerin özenli, kelimeleri kullanış biçiminin ise tıpkı bulutların dansı gibi narin olduğunu söylemek istiyorum. Melankolik, benzer kelimelerin tekrarlandığı şiirleri sevmeyen biri olarak Samet Türkyurdu'nun kendine has, hoş dilini çok sevdim. Şiirleri içime dokundu ve beğenerek okudum. En beğendiğim şiirlerinden biri de şuydu:

Gözyaşındaki Gamzeler

Rüzgârda savurduğun bir avuç toz misali
At hüzünleri bir bir hiçliğe dağılsın
Yalınayaksan üzülme, bak karşıdan gelene
Ayakları olmayan o adam ayakkabıyı ne yapsın

Kahpe dünya deyip suçlama âlemi,
Bu sonsuz âlemde bir tek sen mi varsın
İnsanım deyip bırakırsan kendini nefsine
Sen kahpe isen dünya sana ne yapsın

Gözyaşlarında gamzeler var bilmezsin sen
Yüreğinle gül, ruhunla sev ki şeytan bile kıskansın
Mutsuz olsan da kimi zaman, umutsuz sakın olma
Ağlarken bile gülümse, gözyaşların parıldasın.

Bu şiiri hem verdiği mesajdan hem de anlatım dilinden ötürü çok sevdim. Şiirin ismi bile fazlaca hoşuma gitti. Gözyaşındaki gamzeler... Ne hoş bir söylem, değil mi?

Sevdiğim bir başka şiiri daha sizlerle paylaşmak istiyorum:

Son

Uçurumun kenarında bu hayat!
Bir kelebek konsa avucuna düşeceksin
Çırpınırken taşlık dip sularda
Bastığında hep yosunluyu seçeceksin.

Fırlamışcasına koskoca dünyadan
Sessiz bir çığlığa koşarken
Güneşe demirlesen de harikulade gemini,
Altın kupada su verseler de öleceksin.

Ani gelir çekip gitmek sessizce!
Çöl ortasında çırılçıplak ağlamak gibi.
Bırakırken bulutlardan bedenini,
Paraşütsüz bir ipi çekeceksin.

Kuş tüyü yastıklar başında
Hülyalar rengârenk kocaman bir tual.
Zaman akmaz mı izlerken takvimi,
Akıbet-i zamanı nasılsa göreceksin.

Hem anlam bakımından hem de dil bakımından zengin olan bu şiirleri okumak benim için oldukça keyifliydi. Siz de eğer şiir okumayı seven biriyseniz Bulutların Dansı'nı gönül rahatlığıyla öneriyorum. Şaire de gönlünden kopanları içtenlikle paylaşmaya devam ettiği bir ömür diliyorum.

Esen kalın.
 
                                                   Aleyna Uluç