29 Temmuz 2022 Cuma

Nihan Göğman İle Söyleşi

Bu söyleşide 2019'da Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadının Geri Dönüşü adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Nihan Göğman'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Anlam, duygusal derinlik ve varoluş arayan biri.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Erendiz ATASÜ’ den ‘Kadınlar da Vardır’. Bu bir öykü kitabı. Sekiz farklı kadının çeşitli başlıklar altında yaşadığı sıkıntılarla birlikte (evlilik, annelik, kadınlık) hayata tutunuşunu anlatıyor. Erendiz ATASÜ uzun zamandır tanışmak istediğim bir yazardı. İlk kitabım deneme tarzında olan bir eser. Şimdi üzerinde çalıştığım kitabım öykü tarzında. Erendiz ATASÜ okumamın nedeni yazarı öykü türünde çok yetkin görüyor olmam ve bana rehberlik edeceğini düşünmem.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim bir yer oldu diyemem. Sadece sonlarını ya da olayların gidişatını değiştirmek istediğim yerler oldu. Yazarın ‘Bir Yüz- Bir Ters’ adlı öyküsünde ana karakter Nurten Hanım’ın evliliği süresince eşi Fikret Bey tarafından istismar edilmesi söz konusu. Öykünün sonunda Nurten Hanım’ın hastalanan ve eskisi kadar güçlü olmayan eşini terk etmesini diledim. Gene aynı öyküde Nurten Hanım’ın çok özenle hazırlandığı baloya kıyafetinin Fikret Bey tarafından hoş görülmemesi sonucu özencinin kırılması ve hazırlıklarının yok sayılması söz konusuydu. Bu bölümde baloda Nurten Hanım, hazırladığı beyaz tuvaletine hiç uymayan bir şal ile tuvaletini örtmek durumunda kalıyor. 

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

 Sanırım ben burada bir isyan bekledim. Nurten Hanım'ın baloda o şalı çıkarıp dans etmesini ve varoluşu için çabalamasını dilerdim.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Son zamanlarda vaktimin çoğunu öykü yazmaya ve öykü kitapları okumaya harcıyorum. Son zamanlarda beni oldukça etkileyen yazarlardan biri Fakir Baykurt. Kalemindeki incelik, kullandığı halk dili beni etkiledi. Toplumsal gerçekçi bu yazarın öykülerinde samimiyet ve doğallık çok hoş. Kısacası işlediği temalar ve bu temaları ele alış şekli beni etkiledi. Diğer etkilendiğim yazarlardan biri Nihan Kaya. Hem çok beğeniyor hem de çok taktir ediyorum. Bugüne kadar değinilmeyen ya da üstü kapatılan konulara yaptığı vurgu, mücadelesindeki kararlı direnişi kitaplarının hemen her sayfasında hissediyorum. Kadınlar ve çocuklar hakkında benim de yazacağım çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında Hakan Günday’ın romanlarında kişiyi içe çekiş hali ve gerçeğin karanlık yüzünü tasvirindeki muazzam başarı etkilendiğim diğer bir nokta. Alt teması güçlü olan ve insan psikolojisinin derinlerine inmeye cesaretlendiren bir yönü var kitaplarının. Bunlar şuan da ilk aklıma gelenler.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okumak direniştir. Direniş özgürleştirir. Özgür hissettiğimizde özgür hissetmeyenler içinde çabalayabilir, kendimizi ve yaşam amacımızı bulma konusunda daha cesur davranabiliriz. Okurlarıma söylemek istediğim tek şey her şey okumak ve okunduklarımız üzerine düşünmek ile başlar. Okuyalım ve düşünelim.

Eşref Bolukçu ile Söyleşi

Bu söyleşide 2020 yılında Hayata Olumlu Bak, Hayata Sevgiyle Bak, Sevgi Diliyle Çocuk Eğitimi, Başarı Seninle Başlar, Çocuklara Sevgi Diliyle Allah'ı Anlatmak ve 2021'de Bilinçli Anne Baba Mutlu Çocuk adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Eşref Bolukçu'yu konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Ben kişisel gelişim, eğitim ve anne baba rehberliği konularında yazıyorum.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Şu an okuduğum kitap Doğan Cüceloğlu tarafından yazılan “Var Mısın” isimli kitaptır. Doğan

Cüceloğlu bizim hocamız. Üniversite yıllarından beri kitaplarını okuyorum. Hatta bazı

kitaplarını üniversitede ders yardımcı kaynak kitap olarak okuduk. Hocamız geçenlerde ebedi

aleme göç etti. Ben hocamızın son kitabını, hocamız ölmeden bir hafta önce edinmiştim.

Kitap, kişisel gelişim alanında yazılmış bir kitaptır. Kendimizi daha iyi tanımak, kendimizi

tanımlamak, iletişim ve mutlu olmak için hayata bakışımızın nasıl olması gerektiğini

anlatmaktadır.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Kitap, söyleşi şeklinde yazılmış. Yani alışılmışın biraz dışında yazılmış.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Ben yazmış olsaydım bir söyleşi şeklinde yazmazdım. Belki birçok okur için okumayı daha

çekici hale getirecektir ancak bence söyleşi şeklinde olmamalıydı.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi

anlamda sizi etkiledi?

Üniversite öğrencisi iken de meslek hayatımda da etkilendiğim yazar Doğan Cüceloğlu’dur.

Kendi alanım olan psikoloji, anne baba rehberliği ve kişisel gelişim alanında yazdığı için

takip ettiğim, kendi yazılarım için bilgisine başvurduğum değerli bir yazarımızdır.

6) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Yazar, öncelikle okurdur. Yazmak, kişisel bir meziyettir. Ancak bu meziyetin gelişmesi için okumak gerekir. Ben yıllarca okudum. Okurken kısa da olsa yazdım. Bilgi birikimimden sonra kitaplarımı ancak 2020 yılında çıkarma durumuna geldim. Her okurun mutlaka okuduğu yazı ve kitap türleri ve yazı alanları vardır. Benim tavsiyem mümkün olduğu kadar her alanda okumaya çalışmalarıdır.

Şeyda Aksel ile Söyleşi

Bu söyleşide 2019'da Dört Yapraklı Yonca ve 2020'de Eyvah Annem Kayboldu isimli kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Şeyda Aksel'i konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Biraz uçuk biraz kaçık çok fazla anne :)

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Posta kutusundaki mızıka. Ali Ural’ın kaleminden mektup şeklinde yazılmış, muhteşem denemelerden oluşan bir kitap. Kelimeler sanki yazarın kaleminden değil yüreğinden dökülmüşler. Hepsi hayatın içinden sözler, vecizler, bazen de ayet ve hadisler... İnsana yeni ufuklar açan, iç dünyasına bir dost gibi sızıveren samimi bir kitap. Ben sürekli aynı değil de farklı türlerde kitaplar okumayı seviyorum. Bu benim için hem ilham verici hem de kalemimi zenginleştirdiğini düşünüyorum. A. Ali Ural da deneme türünde kalemini en beğendiğim yerli yazarlarımızdan.

3-) Bu kitapta en beğendiğiniz kısım ne oldu?

Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Beni fazlasıyla etkileyen bir kısım aslında. Durup durup hayatı, kendimi ve çevremi sorgulatıyor. Bu nedenle değiştirmek değil de eklemek istediklerim olabilir herhalde.
Dostluğun anlamını yitirdiğini dönemlerde, birine “dost “diye hitap edebilmek paha biçilemez bir değer. Tüm kavramların silikleşerek maddiyata dönüştü bu dünyada, herkes silkelenip kendine baksa keşke. Hani yıllardır bize verilen bir örnek vardır ya: “Herkes kendi kapısının önünü süpürse dünya tertemiz olur.” İşte herkes kendi gönül kapısını süpürse, eminim ki “insan” dendiğinde tekrar hatırlanacağız.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Farklı türlerde farklı isimler var tabii ki. Ali Ural'dan bahsetmiştim zaten. Onun dışında Tess Gerritsen, Mustafa Kutlu, Nurullah Genç, Turgut Özakman, İskender Pala...say say bitmez herhalde. Benim için farklı türlerde eserler okumak çok ilham verici. Bazen okuduğum bir makaleden bile etkilenebilir, dinlediğim bir şarkı ile bambaşka diyarlara yolculuk edebilirim. Artık dinlediğim sadece bir şarkı değil hayal dünyamın anahtarıdır.
Ben kalemin özgün olmasından yanayım. Evet sevdiğim pek çok şair ve yazar var. Fakat hiçbir zaman onlar gibi yazmaya çalışma çabam olmadı. Her insanın yaşı, bilgi birikimi, hayattaki yaşanmışlıklar, dünyaya bakış açıları farklı. Tabii ki birbirlerine ilham olabilirler ama kesinlikle özgün olmalıdır.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Hiç görmediğiniz yerlere gitmek, tanımadığınız insanların evlerine konuk olup onların hayatlarına dokunmak çok güzel. Bu zamana kadar okurlarımdan çok güzel, samimi ve içten dönütler aldım. Eserlerimi okuyarak beni yalnız bırakmayan tüm güzel yüreklere sevgiyle....

Mustafa Aslan İle Söyleşi

Bu söyleşide 2021 yılında Baybars - Adaletin Kılıcı adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nde çıkmış olan Mustafa Aslan'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Mustafa ASLAN; 1980, Osmaniye doğumlu ve eğitim yöneticisidir.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Şu an, İskoçyalı Yazar Sir Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes serisini okuyorum. Yedisini bitirdim, sekizincisindeyim. Dünyaca ünlü polisiye eser. Aynı zamanda polisiye eserlerin okuyucu tarafından sevilmesinde etkili olmuş. Seride, başkahraman Özel Dedektif Sherlock Holmes’un hikâyeleri var. Olaylar, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Londra ve çevresinde geçiyor. Yazar, hikâyeleri Holmes’in yardımcısı Dr. Watson’un diliyle anlatıyor. Nadiren Dr. Watson’ın kahraman olarak yer almadığı bazı bölümlerde Holmes’un diliyle anlatım var. Olayların anlatımında gözlem ve ayrıntılar çok önemli bir boyut kazanmış. Zaten bir anlatıda en önemli unsurlardan biri bu olsa gerek. Sherlock Holmes’da birbirinden bağımsız hikâyeler var. Bu hikâyelerde Dedektif Holmes ve yardımcısı Dr. Watson polisiye olayları araştırıp suçluları buluyorlar. 2000’li yıllarda Amerikalı Yazar Dan Brown’un Da Vinci Şifresi rüzgarı esmişti. Hangisini tavsiye edersiniz derseniz kesinlikle Sherlock Holmes derim. Niçin okuma gereksinimi duydum? Yazdığım romanları, tarihi kökleri olan polisiye-macera romanı olarak adlandırıyorum. İtiraf etmem gerekirse daha önce polisiye roman pek okumadım. İleride bu tarza devam edersem eksiklerimi tamamlaması ve polisiye olayları daha profesyonelce yazmama katkı sunması maksadıyla Sherlock Holmes’u okuyorum. Her ne kadar böyle düşünsem de gelecekte belki bu tarzı bırakıp başka bir tarza da geçiş yapabilirim.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Gayet başarılı buldum. Beğenmediğim bir kısım pek yok. Eserde İngiliz kurnazlığını baskın bir şekilde hissediyoruz. Fakat bu kurnazlık, müspet manada evrensel ahlak normlarına uygun, faydalı bir kurnazlık… Kısa kısa hikâyelerden oluşması okuyucu için bir avantaj. Her bölümde ayrı hikâye olmasını beğenmedim, demeyeyim de tercih etmezdim diyeyim. Tabii, bu müstakil hikâyeler, o zamanlar muhtemelen gazetede tefrika hâlinde yayımlandığı için gayet mantıklı.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Ben romanlarımda bir ana olay etrafında küçük hikâyelere yer veriyorum. Sherlock Holmes’da bu hikâyeler birbirinden bağımsız olarak okunabilir. Fakat benim romanlarımda bu mümkün değil. Yani ben kendi tarzımı uygulardım. Bir tepsinin içindeki ana yemek, pilav, çorba, salata gibi hepsini bir kompozisyon bütünlüğü içinde okuyucuya sunardım. Fakat romanımda yer alan bir karakteri ve onun hikâyesini okuyucu unutmamalıdır. Bu nedenle kanlı canlı bir eser teşkil etmek gerektiğini düşünüyorum.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Okurken kaleminden etkilendiğim yazarlar mutlaka olmuştur. Fakat yazarken bilinçli olarak hiçbirinden ilham almadım, dersem yalan olmaz. Belki bilinçaltından damıtma usulüyle beni etkilemiş olabilirler. Bilemiyorum. Yazarken alıntıladığım ya da bir yerden ilham alarak yazdığım bir cümle dahi yok. Bilimsel metinlerde alıntı ve kaynak olmazsa olmazdır; bizimki tamamen sanatsal ve kurgusal metin olduğu için bunlar söz konusu değil. Soruyla ilgili olarak şunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Hikâyelerin ve romanların sinemaya ve televizyona uyarlandığını biliyoruz. Acaba bizim gibi sinema ve televizyonla yetişen Y kuşağının yazdığı eserlerde tam tersi bir etkilenme olabilir mi? Yani bir eserden ya da yazardan değil de sinemadan ya da bir televizyon dizisinden etkilenmiş olabilir miyim? Soruya tekrar dönecek olursak 20. Yüzyılın ilk yarısında yetişmiş yazarlarımızın çoğunu beğeniyorum. Biz onların eline su dökemeyiz. Kahramanları canlandırmada, duyguyu işlemede, dil güzelliğinde Cengiz Aytmatov, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa…

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okurlara çok şey söylemek isterdim. Fakat buna sayfalar yetmez. Kutlu Yayınevi tarafından Mart 2021’de yayımlanan Baybars-Adaletin Kılıcı romanını mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Eseri okurken sıkılmayacaklarını garanti edebilirim. İçinde; tarihi kökler, macera, aşk, dram, gizem, strateji hepsi var. En önemli hedefim; sıkıcı olmayan, akıcı ve sürükleyici bir eser inşa etmekti. Bunda naçizane bir nebze başarılı olduğumu düşünüyorum. Okunmayan ya da yarım bırakılan bir eser, ne kadar hatasız da olsa şu zamanda başarısızdır, kanaatindeyim. Çünkü günümüzde insanlar, uzun soluklu eserleri okumuyor; genellikle internet dünyasındaki, sosyal medyadaki kısa kısa öyküleri okuyorlar. Bu geniş kitlenin korkmadan ele alıp okuyacağı bir eser olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca okur; ne okumalıyım, ne için okumalıyım, sorularını kendisine sorarak okumalıdır. Eline aldığı kitabı, bilimsel bir eser de olsa eleştirel bir şekilde okumalıdır. Çünkü hiçbiri ilahi kitap değil, insan beşerdir, şaşabilir.

Piyasada iki türlü yazar var: Birincisi gerçek yazarlar. Bunlar yazarlık istidadı olanlardır. Bunlar meşhur ya da meşhur olmayanlar olarak ikiye ayrılır. İkincisi yazarlık istidadı olmayan zorlama yazarlardır. Bazen onlar kendilerini zorlamıştır bazen de onları başkaları zorlamıştır. Bunlar da kendi içinde ikiye ayrılır. Meşhur olanlar ve olmayanlar… Ben bu sınıflamada hangi grupta yer alıyorum. İnanın bilmiyorum. Buna okuyucuların yüce takdiri ve zaman karar verecektir. Esen kalınız.

Halit Yılmaz İle Söyleşi

Bu söyleşimde Film Şeridi adlı kitabı 2017'de Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Halit Yılmaz'ı konuk edeceğim.

1-) Bir cümleyle kendinizi tanıtır mısınız?

Halit Yılmaz, 1976 yılında Mardin’de başlayan yaşamına 46 yılda; Ecrin isimli bir prensesin babası olmayı, “7.4 Şiddetinde Aşk” ve “Film Şeridi” isimli roman yazmayı, mühendislik formasyonu, kalite gönüllülüğü ve birkaç hobi sığdırdı.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Son olarak Başak Sayan tarafından kaleme alınan Nigahdar isimli kitabı okudum. Tasavvuf felsefesinin oluşumunda Hallâc-ı Mansûr’un manevi gelişiminden yola çıkarak, günümüze kadar uzanan güç savaşlarına bağlantısını konu alıyor. Ayrıca bilim ile dinin birbirlerine yakınlığından söz ediyor. İçerik olarak ilgimi çekmesinin yanında, benden önce okuyan eşim tavsiye ettiği için kitabı elime aldım.
Kitapta tarihi bir olayla günümüzdeki gelişmelerin senkronize şekilde ilerlemesi, bir 910’lu yıllara bir günümüze gidip gelmese ilgi çekiyordu.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Dünya üzerinde etkisi olan derin güçlerin Hallâc-ı Mansûr’dan kalan sırların peşinde olması kitabın ana konularından biriydi. Bu güce sahip kişilerin dünyanın gidişatını etkileyeceğini düşündükleri sırları ele geçirmekte kullandıkları kişi ve yöntemler çok acemice geldi. Yakalamaya çalıştıkları, Algan ve Şirin isimli iki akademisyen ise onlardan daha profesyonel hareket ediyordu. Bu kovalamaca boyunca onlara hem bilgi birikimi hem de maddi olarak yardımda bulunan bir profesörün, tüm şifreler çözüldükten sonra, sırları ve gücü ele geçirme dürtüsüyle onlara silah doğrultması karakterin saygınlığını götürdü.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Sırların ve gizemli şifrelerin çözülmeye çalışıldığı sırada zaten peşlerinde polis ve onları öldürmeye çalışan güçlerin adamı vardı. Hatta içlerine bir hain sızmıştı. Bunlardan biri onlara silah doğrultsaydı ve Profesör Abdulrahim Hoca onun arkasından gelip bir şeyle basına vurup kurtarsaydı, kitap boyunca oluşan saygın karakteri korunmuş olurdu. Tahmin ediyorum ki, yazar okuyucuların beklemediği bir hamle yazmak istemiş, fakat bu psikolojiyi sağlayacak yeterince sürprizler zaten vardı kitapta.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Bu soru sorulduğu anda dilim otomatikleşmiş gibi Cengiz Aytmatov der. Cengiz Aytmatov, diğer bir deyişle Çingiz Ata, Türk dünyasından bir yazar olmasının avantajının üzerine yazdığı romanları aktarım biçimiyle beni çok etkilemiştir. Bir güne bir asrı sığdırabilecek kadar detaylar üretebilen, bir hayvanın dostluğu ve insana hizmetini anlatırken atın psikolojisini bile okuyucuya hissettirebilen, bir al yazmadan başlayan aşkı büyüttükçe büyütebilen, bir çocuğun ufuktaki beyaz bir gemiye bağladığı umutları kelimelere nakşedebilen anlatımları onun maharetidir ve ilham vericidir.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Bana göre okumak yazmaktan daha zordur. Yazar, kafasında yaşadığı hikayeyi kelimelere döküyor. Yani aslında zihninde olaylarla ve karakterlerle ilgili görüntüler var. Fakat bu, okuyucunun önüne sadece yazı ile geliyor ve okuduğundan yazılanı zihninde oluşturması bekleniyor. İşte okuyuculuğun zor tarafı bu. Yazar, eğer tek iletişim kanalıyla yani sözcüklerle sunduğu hikayeden, okuyucuya kendi zihninde oluşturduklarına yakın görüntüler oluşturmaya imkan tanıyabiliyorsa, kendi düşündüklerini okuyucuya hissettirebiliyorsa o kalem güçlüdür diyebiliriz. 

Son olarak bana göre yazmak, içimizdekileri açığa çıkaran bir ifade yöntemidir. İçimizde olanları dökmeye yardımcı olan başka eylemler de var; çizmek, enstrüman çalmak, heykel- seramik-ahşap çalışmaları, elişi yapmak, fotoğraf çekmek gibi gibi. Sizin de içinizdekileri döktüğünüz bir yönteminiz olsun, olsun ki konuşarak aktarılmayacak olan iç dünyanızdaki cevheri dışa çıkartabilin.

Samet Türkyurdu ile Söyleşi

Bu söyleşimde 2018'de Düşler Gezgini ve Bulutların Dansı, 2019'da Turuncu Radyo ve 2020'de Karga Rüyaları adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Samet Türkyurdu'nu konuk edeceğim.

1-) Bir cümleyle kendinizi tanıtır mısınız?

Cümlelerin ötesine geçebilmeyi isteyen garip bir kalemim.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

En son okuduğum kitap Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz adlı eseri; muazzam olduğunu düşünüyorum. Yaşlı bir balıkçının açık denizde yakaladığı kılıç balığının peşinden sürüklenirken, yüzleştiği yalnızlığı, korkularının ona hatırlattığı gerçekleri ve kendisiyle olan çetin mücadeleyi bir balığın vesilesi ile yaşamasını; hikayenin başında ve sonunda geçen küçük çocuk karakteriyle, yanında yokken bile kopmayan o muhteşem sevgi bağını heyecanlı, dramatik ve trajikomik sayılabilecek bir finale bağlayan muazzam bir hikaye...

Hemingway geç tanıştığım bir yazar. Kendi türünün öncülerinden olduğu için bu ödüllü hikayeyi okumamış olmanın eksikliğini daha fazla yaşamak istemediğim için geçte olsa güç olmadan okudum...

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim kısım olarak gösterebilecek bir yeri yok. Sadece, akıcılığı o kadar güzeldi ki çabucak bitmesi beni üzdü.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Beğenmediğim kısmı olmadığı için, bu soruda bir cevap verme şansım sanırım zor. Zaten bir yazarın eserini ben daha iyi yazabilirim demek, başka bir yazar için etik bir ifade olmaz. Herkesin kendine özgü bir hayal etme ve cümle oluşturma şekli vardır. Bu nedenle her yazar kendi dünyasını yazar demek daha doğru olur.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu'nun şiirsel kalemi ve anlatım tarzı beni her zaman etkilemiştir. La, Sonsuzluk Hecesi adlı eseri tekrar tekrar okunacak ve her defasında farklı bir haz alınacak bir betik. Kurgusal olarak da bence "dahi kalem" olan Stephen King'in büyük bir hayranıyım. Lakin ilham alma konusunda, her daim kendi tarzımı oluşturmak ve kendime özgü bir kalemim olması için taklitten uzak durur, etkilenme hususunda temkinli davranırım.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okurlara denecek en güzel şey de sanırım "Keyif dolu okumalar." demek olur. Her daim kutlu betikler doldursun raflarınızı...

Mehmed Akif Aslan ile Söyleşi

Bu söyleşimde 2020'de Sahi Ya Sevmek adlı kitabını Kutlu Yayınevi'nden çıkarmış olan Mehmed Akif Aslan'ı konuk edeceğim.



1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Tecrübe ile mantık süzgecinin üstünde kalanlarla altına sızanları iyi analiz eden,   duygularıyla hareketlerini besleyen, yazarak yaşayan “Kültür milli yeticisi” bir okurum.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Türk Aynştaynı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu tarafından kaleme alınan eserlerle yaklaşık beş yıl önce tanıştım. İlk okuduğum eseri “Bye Bye Türkçe”ydi. Okuduğum eserleri hakkında görüşlerimi aktarmadan önce Sinanoğlu’nun diğer eserlerinden bahsetmek istiyorum. “Hedef Türkiye, Büyük Uyanış, Ne Yapmalı? Türk Aynştaynı, İlerisi İçin”…  Bir uyanış mottosu hüviyetine sahip bu eserleri her yaştan vatandaşımızın okuması gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde “Bye Bye Türkçe” ve “Hedef Türkiye” temaları doğrultusunda bu soruya cevap vermek istiyorum. Kitaplar, yön tayin edici pusulalardır. Okurlar, bu yön göstericilerle hakikati arayan edebî hayat dünyasında yolunu bulmaya çalışan seyyahlardır. Bu kitapları tercih ve tavsiye etme sürecimi açıklayan cümle, “Kendi öz kimliğinden kendi değerlerinden tiksinen bir toplumun hamburger kafalılarından olmayacağım” diyebiliriz. Nihayetinde günümüze asayiş olaylarının bu denli arttığı, popülist kültür doğumluların kol gezdiği, yüz kızarıklığının özgüven eksikliği olarak nitelendirildiği, kimliksiz, ruhsuz sokaklara usta bir üslupla değinen Sinanoğlu'nun eserlerini herkes okumalı. Türk Aynştaynı'nın şu an "Hedef Türkiye" adlı kitabını okuyorum.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Kitabın genelini anlatan anahtar kelime grubu “Öz millî yeticilik” diyebiliriz. Modernizm ve postmodernizmin etkileri sadece kitapların içerisinde değil hayatımızın her alanında kendini hissettirmenin ötesinde kanıksanmış bir şekilde şov yapıyor. Artık postmodernizmi de geride bıraktık. Yeni hamburger kafalıların ekran kaydırmaca refleksleri ile içi kadar dışı da boş malayani hayatlarına farklı bir isim bulmalıyız. Sinanoğlu ulusal ve uluslararası pencereden bu süreci açık yüreklilikle özetliyor. Günümüzde kullandığımız Türkiye Türkçesi’nin asimile edildiğini ve toplumumuzun bu asimilasyona alıştığını da ifade ediyor. Özellikle İngilizce eğitimi adı altında sürecin nasıl ticarileştirildiğini, eğitim sistemimizin omuzlarına bir yük olarak bırakılan İngilizce dil öğretim yaklaşımının yanlışlıklarına değiniyor. Ayrıca toplumsal hayatımıza entegre olan yalnızlaşanların toplumu Avrupa’nın özgüvenci akıl tutulmacalı kültürel toplum inşasının artık normal karşılandığını ve bu hastalıklı uykudan uyanmamız gerektiğini söylüyor. Sonuç olarak tamamladığım “Bye Bye Türkçe” ve okumaya devam ettiğim “Hedef Türkiye” kitaplarında hamburger kafalılar hariç beğenmediğim kısım yer almıyor.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Dayatma fast food kültürüne karşı, sert bir duruş sergileyen kişilerdenim. Frenk model alttan püskürtmeli yarı necasetli tuvaletinde keyifle Tiktok videoları izlerken ortamda çalan Fransızca müziğin keyfini çıkaran gençlikte ne bayrağın alı ne de hilali ve yıldınızını göremiyorum. Sinanoğlu bu sinir ucu tacizini sürecin ortalarında tüm çıplaklığı ile dile getirmiş. Türk Aynştaynı’nın bu sözlerinin altına ıslak imza ile imza atmaktan öte değiştirilecek bir husus görmüyorum. Lakin ekleme yapmak isterim.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi? 

Elbette “etkilenmek” kelimesinin altını dolduracak şahsının ismini taşıdığım en güçlü isim Mehmet Akif Ersoy’dur. Kendisinden etkilenmemek mümkün mü! Devletine hizmet sürecinde aldığı kritik görevler, maddi beklentiden uzak vatanperver gayreti, edebiyat sevgisi ve ortaya koyduğu başarılı eserler bu etki gücünü ziyadesiyle artırmaktadır. Milli şairimiz Ersoy, İstiklal Marşı, Safahat adlı eserleri ile gönül penceremi genişleten başlıca kahramandır.

6) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?
Okumak, çağ atıp kapatma gücüne sahip bir eylemdir. Okumak bireyin acıkması gibi fizyolojik ve biyolojik etkileri olan bir süreçtir. Okumak bir eylemden öte bir tohum, fidan ve hasat sürecidir. Kısacası okumak, hayatın bire bir kendisidir. Bu süreçte neyi, nasıl okuyacağız? Sorusunun altına güzel doldurmak gerekiyor. Edebi zevkten uzak, popülist kaygılarla ortaya konmuş fenomen romanlarının cirit attığı edebiyat mutfağında ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Kültürel geçmişimizi detayları ile yansıtan geleceğimize ışık tutan kutlu eserlere kitaplığımızda yer vermeliyiz. Aslında kitap seçimini doğadan aşina olduğumuz birçok duruma benzetebiliriz. Üzüm bağında olgunlaşmış bir üzüm mü koruk üzüm mü tercih edilir? Ya da tavında dövülmüş demir mi yoksa paslanmışı mı? Suyunu çekmiş çelik mi yoksa daha ustasının tokmağıyla başı ağrımamış bir çelik mi? Bu misaller uzar gider. Meselenin özü, hamlık sürecinden geçip pişmiş, akabinde yanmış kalemlerden çıkan eserleri kitaplığa alıp zihninizi o eserlerle meşgul etmektir.

Filiz Güler Polat ile Söyleşi

Bu söyleşimde 2019'da Mavili Gülüşler adlı kitabını Kutlu Yayınevi'nden çıkarmış olan Filiz Güler Polat'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Sıcakkanlı ama ama bir o kadar da duvarları olan ve ayakları yere basan bir kadınım.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Özdemir Asaf - Sen Bana Bakma Ben Senin Baktığın Yönde Olurum. Her bir satırını, yazarken hissettiklerini anlamayı seviyorum.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim bir kısmı yok aksine çok severek okudum ve dinledim.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz? 

Açıkçası değiştirmek istediğim herhangi bir yeri yok. 

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi? 

Rupi Kaur. Çok cesur ve güçlü bir kalemi var, genelde bir yazısına başladığım zaman hemen bitiyor, zamana meydan okuyor kalemi.

6.) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Kitapları sadece okumayın o an ne hissediliyor bunu hissedin o zaman kitap sizinle bütünleşir. Gülmeyi hayatınızdan hiç eksik etmeyin.

28 Temmuz 2022 Perşembe

Yamalı Koza

 Bu yazımda Hayriye Göztaş'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Yamalı Koza'dan bahsedeceğim. 


Aysar Göç, Yamalı Koza ve Güneş Yağmuru isimli kitaplara imza atan Hayriye Göztaş, bu romanında okurlarını etkilemeyi başarıyor.

Yamalı Koza, kozasına hapsedilip kanatlarını ıstırap içinde çırpan kelebeklerin hikâyesi...

Kitabın ismini ve kapağını içerikle tamamiyle uyumlu buldum. Başarılı bir tercih olmuş.

Sabriye'nin kozasına hapsedilmesi eşi Salih'in kıskançlığı, dış dünyaya karşı zihninde oluşan algıları ile başlıyor. Bir polis olan ve mesleği dolayısıyla gün içinde birçok kötü vakayla karşı karşıya kalan Salih bunlardan psikolojik olarak etkileniyor ve dünyayı algılayış biçimi güvensizlik üzerine kuruluyor. Hayatındaki herkese şüphe ile yaklaşıp her an diken üstünde duruyor. Polisliğin kendisine göre bir meslek olmadığını zaman içinde idrak etmiş olsa da var olan düzenini bozmuyor ve bu düşünceler tüm hayatını etkiliyor.

Sabriye, eşinin aşırı kıskanç ve baskıcı halinden dolayı evden dışarı çıkmıyor. Tüm günü ev hapsinde geçiriyor. Çocuklarıyla, evle ilgileniyor. Ailesi dışında gördüğü tek yüz, ev sahipleri Meryem Hanım ve onun kızı Birgül. 

Sabriye eşinden şiddet görüyor. Sürekli olarak suçlanıyor ve her şeyden sorumlu tutuluyor. Bu olayların üstüne yaşadığı travmalarla da her gün yavaş yavaş solan bir çiçeğe dönüşüyor.

Kitabın bende beğeni uyandıran yönlerinden biri, roman içinde yalnızca Sabriye'nin değil birçok karakterin derin ve insanı düşündüren hikayesine tanık olmamızdı. Sabriye, Salih, Salih'in meslek arkadaşı Mehmet, Salih'in geçmişinden gelen isimler... Hepsinin hikayesi birbirinden derin ve düşündürücü.

Romanın bir diğer etkileyici yanı ise hikayelerin birbirine görünmez iplerle bağlı olması ve beklemediğimiz ters köşeler yaratmasıydı. Ayrı ayrı görünen ve okurken başta "Neden bu karakter anlatıldı ki, diğerinden gidiyorduk" derken bana o nedeni gösterdi ve eksik parçaları olan yapboz tamamlandı, bir bütün oldu.

Başta nefret ettiğim bir karakteri sonlara doğru hak vermesem de anladığımda ve hayata onun gözleriyle baktığımda romanın bendeki tesirini fark ettim...

Kitabın içeriğindeki sürprizleri sizlerin okuyarak görmesini istediğim için konudan daha fazla söz etmeyi bırakıp yazarın kalemi üzerine yorumlarda bulunacağım.

Yazarın kalemiyle bu kitapta tanıştım ve anlatımını beğendim. Betimlemeler konusundaki başarısı özellikle dikkatimi çekti. Beni çarpan ve çok etkilendiğim birkaç alımtıyı sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Bunu Salih'e sunma düşüncesi bile ne cesaretle uğramıştı ki zihnine!"

Düşüncelerinin bile cesaretsiz olduğu bir yaşam...

"Bir zihnin köşesinde, bir kalbin içinde yaşamak istememişti Mehmet."

"Salih ise iş ve ev arasındaki döngü arasında kayboluyordu ara sıra. Bu iki hayat arasındaki köprüyü yıkmak istiyor, hep aynı Salih olmak istiyordu."

"Sabriye ise her tohumun kendi mizacında bir ağaca dönüşeceğine inanırdı. Sadece dışarıdan yapılan müdahale ya tohumu çürütürdü ya da tohum kendi mizacı dışındaki ağırlığın altında ezilirdi. Her akarsu nasıl akıp denize ulaşmak için yolunu buluyorsa ve kıvrıla kıvrıla yol çiziyorsa kendine, insanoğlu da öyleydi. Hayat yolunda öğreniyordu çoğu şeyi."

Hayat, ne güzel anlatmış bu paragrafta.

"İnsanın en yakınındakine dahi güven duymaması bir güçlülük değil aksine ıstıraptı. Bu binlerce farenin bir ipi kemirdiği gibi şüphenin fikirlerini kemirmesinden başka bir şey değildi. Kopan fikirlerle beraber ruhundaki huzur da düşerdi uçurumlara. Ve bu sefer huzursuz bir ruh da kendini başkalarını huzursuz etmeye adardı aynı Salih'in yaptığı gibi."

Zihnin hapishanesini şahane anlatan bir paragraf...

Yazarın kalemiyle ilgili yapıcı eleştirime gelecek olursak devrik cümlelerin çok fazla kullanıldığını belirtmek istiyorum. Devrik cümleler kitaba şiirsel bir anlatım katsa ve edebi hazzı desteklese de fazla olduğunda akıcılığın önüne geçiyor. Yamalı Koza'da da bu durumu gördüm. Anlatım bozukluklarının da incelenmesini öneriyorum. 

İmla hataları çok fazla olmasa da bazı yerlerde vardı. Bunlar da okurken dikkat dağınıklığı yaratabiliyor. 

Başka herhangi bir eleştirim yok. Yazarı verdiği emekten ötürü kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum.

Bir sonraki yazıda görüşene dek esen kalın.

Aleyna Uluç

28.07.2022