29 Temmuz 2022 Cuma

Halit Yılmaz İle Söyleşi

Bu söyleşimde Film Şeridi adlı kitabı 2017'de Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Halit Yılmaz'ı konuk edeceğim.

1-) Bir cümleyle kendinizi tanıtır mısınız?

Halit Yılmaz, 1976 yılında Mardin’de başlayan yaşamına 46 yılda; Ecrin isimli bir prensesin babası olmayı, “7.4 Şiddetinde Aşk” ve “Film Şeridi” isimli roman yazmayı, mühendislik formasyonu, kalite gönüllülüğü ve birkaç hobi sığdırdı.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Son olarak Başak Sayan tarafından kaleme alınan Nigahdar isimli kitabı okudum. Tasavvuf felsefesinin oluşumunda Hallâc-ı Mansûr’un manevi gelişiminden yola çıkarak, günümüze kadar uzanan güç savaşlarına bağlantısını konu alıyor. Ayrıca bilim ile dinin birbirlerine yakınlığından söz ediyor. İçerik olarak ilgimi çekmesinin yanında, benden önce okuyan eşim tavsiye ettiği için kitabı elime aldım.
Kitapta tarihi bir olayla günümüzdeki gelişmelerin senkronize şekilde ilerlemesi, bir 910’lu yıllara bir günümüze gidip gelmese ilgi çekiyordu.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Dünya üzerinde etkisi olan derin güçlerin Hallâc-ı Mansûr’dan kalan sırların peşinde olması kitabın ana konularından biriydi. Bu güce sahip kişilerin dünyanın gidişatını etkileyeceğini düşündükleri sırları ele geçirmekte kullandıkları kişi ve yöntemler çok acemice geldi. Yakalamaya çalıştıkları, Algan ve Şirin isimli iki akademisyen ise onlardan daha profesyonel hareket ediyordu. Bu kovalamaca boyunca onlara hem bilgi birikimi hem de maddi olarak yardımda bulunan bir profesörün, tüm şifreler çözüldükten sonra, sırları ve gücü ele geçirme dürtüsüyle onlara silah doğrultması karakterin saygınlığını götürdü.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Sırların ve gizemli şifrelerin çözülmeye çalışıldığı sırada zaten peşlerinde polis ve onları öldürmeye çalışan güçlerin adamı vardı. Hatta içlerine bir hain sızmıştı. Bunlardan biri onlara silah doğrultsaydı ve Profesör Abdulrahim Hoca onun arkasından gelip bir şeyle basına vurup kurtarsaydı, kitap boyunca oluşan saygın karakteri korunmuş olurdu. Tahmin ediyorum ki, yazar okuyucuların beklemediği bir hamle yazmak istemiş, fakat bu psikolojiyi sağlayacak yeterince sürprizler zaten vardı kitapta.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Bu soru sorulduğu anda dilim otomatikleşmiş gibi Cengiz Aytmatov der. Cengiz Aytmatov, diğer bir deyişle Çingiz Ata, Türk dünyasından bir yazar olmasının avantajının üzerine yazdığı romanları aktarım biçimiyle beni çok etkilemiştir. Bir güne bir asrı sığdırabilecek kadar detaylar üretebilen, bir hayvanın dostluğu ve insana hizmetini anlatırken atın psikolojisini bile okuyucuya hissettirebilen, bir al yazmadan başlayan aşkı büyüttükçe büyütebilen, bir çocuğun ufuktaki beyaz bir gemiye bağladığı umutları kelimelere nakşedebilen anlatımları onun maharetidir ve ilham vericidir.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Bana göre okumak yazmaktan daha zordur. Yazar, kafasında yaşadığı hikayeyi kelimelere döküyor. Yani aslında zihninde olaylarla ve karakterlerle ilgili görüntüler var. Fakat bu, okuyucunun önüne sadece yazı ile geliyor ve okuduğundan yazılanı zihninde oluşturması bekleniyor. İşte okuyuculuğun zor tarafı bu. Yazar, eğer tek iletişim kanalıyla yani sözcüklerle sunduğu hikayeden, okuyucuya kendi zihninde oluşturduklarına yakın görüntüler oluşturmaya imkan tanıyabiliyorsa, kendi düşündüklerini okuyucuya hissettirebiliyorsa o kalem güçlüdür diyebiliriz. 

Son olarak bana göre yazmak, içimizdekileri açığa çıkaran bir ifade yöntemidir. İçimizde olanları dökmeye yardımcı olan başka eylemler de var; çizmek, enstrüman çalmak, heykel- seramik-ahşap çalışmaları, elişi yapmak, fotoğraf çekmek gibi gibi. Sizin de içinizdekileri döktüğünüz bir yönteminiz olsun, olsun ki konuşarak aktarılmayacak olan iç dünyanızdaki cevheri dışa çıkartabilin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder