27 Kasım 2020 Cuma

Sahi Ya Sevmek

Bu yazımda Mehmed Akif Aslan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Mayıs 2020'de gerçekleşmiş olan Sahi Ya Sevmek adlı kitaptan bahsedeceğim.

Mehmed Akif Aslan, romanında karakterler arasında geçen aşkı ve yine karakterlerin vatana olan aşkını ele alarak birçok duyguyu içinde barındıran, hem aksiyonlu hem de romantik, geniş yelpazeli bir eser ortaya koymuştur. Bu çok yönlülüğüyle küçükten büyüğe her kitleye hitap edecek türdedir.

Peki benim bu kitapla ilgili yorumlarım neler?

Kitapla ilgili ele almak istediğim ilk şey kapağı ve de ismi olacak. Kitabı elime ilk aldığımda kapak gerçekten hoşuma gitti, renklerin uyumu ve iki farklı ruhu olan görsellerin birleşimiyle göze hitap eden bir kapak olmuş fakat kitabı okuyunca acaba daha farklı bir kapak mı olmalıydı diye düşünmeden edemedim. Keza isim konusu da öyle. Kapak da isim de kurgudan ayrı bakıldığında çok hoşlar fakat kitabı okumadan önce bir aşk kitabı algısı uyandırıyor. Evet, başta da belirttiğimiz üzere kitabın konusunda aşk da var fakat tek konu bu değil. Bana sorarsanız eğer kitabın ismi roman boyunca önemle vurgulanan "Dem" kelimesi de olabilirdi.

Anlatım diline gelirsek çok sevdiğimi söylemeliyim. Gayet akıcı ve keyifli bir okuma süreci oldu benim için. Karakterlerin hissettikleri, verdikleri tepkiler başarılı bir şekilde aktarılmıştı. Kitapta en sevdiğim şey şaşkınlık duygusunu okucuya devamlı yaşatması oldu. İlk başta Cemal karakteriyle başladığımız sıradan bir serüvenden farklı boyutlara geçerek şaşırtıcı vakalar okuduk. Bu da kitabı merakla okumamı sağladı. 

Kitaptaki en sevdiğim cümlelerden biri şuydu:

"İnsanoğlu sevdiği ve değer verdiği hususlara alışmamalı, tam aksine sürekli o hususlara karşı sevgisini ilk günkü gibi diri tutmalıdır."

Yazarın romantik sahneleri kendine has ve anlamlı bir şekilde yazması da çok hoşuma gitti. Klişe cümlelerin dışına çıkılarak karakterlerin inceliğine yaraşır cümleler kurmuş. Üstelik bu hem Cemal, hem de oğlu Zeki için geçerli. Nesilden nesile saf aşkları okumuş bulunduk.


Anlatımla ilgili yapabileceğim tek olumsuz yorum kitap boyunca üçüncü ağızdanan anlatılmasına karşın bazı yerlerde birinci ağza geçilip karakterin diliyle okumamız oldu. Bu kasıtlı mı yapıldı yoksa farkında olunmadı mı bilmiyorum ama ara ara böyle olan kısımlar gözüme çarptı. 

Kitabın Bursa'da geçmesiyle beraber Bursa hakkında birçok kültürel bilgi de edinmiş oluyorsunuz. Tabii bunda yazarın Bursalı olmasının da etkisi var. Tarihi yerler kaynakça da belirtilerek detaylı bir şekilde aktarılmış. Sözün özü, kitap sahiden de geniş kapsamlı. Hem romantik, hem aksiyonlu, hem tarihi yerler hakkında bilgi veriyor... Bilhassa tekdüze konular okumaktan sıkılanlar için çok avantajlı. 

Kitapla ilgili yorumlarım bunlardı. Yazarın anlatımını ve hayal gücünü sevdim, başka kitapları çıkarsa da eğer seve seve okurum. Kendisine bol ilham ve başarı diliyorum. 

                                                    Aleyna Uluç

                                                     Halkalı - 2020

25 Kasım 2020 Çarşamba

Taçlandıran Hastalık

Ne çok ihtiyacımız var inanmaya, umut etmeye, ben de yapabilirim demeye değil mi? Bunu bize aşılayan bazen kendimiz oluruz, bazen bir yakınımız, bazen gözlemleyip de gördüklerimiz, bazen ise okuduğumuz bir kitap...

Bu yazımda Meral Kurtipek'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2019'da gerçekleşmiş olan Taçlandıran Hastalık'tan bahsedeceğim.

Meral Kurtipek, ilk kitabı Taçlandıran Hastalık'ta kendi hayat öyküsünü kaleme almış ve hastalık süreciyle beraber hafızlık hayalini nasıl gerçekleştirdiğini anlatmıştır. Şimdilerde ikinci kitabını hazırlamakta olan yazar, bu kitabıyla okuyanlara umut ve ilham olmuştur.

Yazar, çocukken fark edilen yürüme bozukluğu sonucunda hastaneye götürülüyor ve o günden sonra engel olarak görülen bir hastalıkla yaşamaya başlıyor: Kas erimesi. Tekerlekli sandalye kullanmaya başlıyor ve okulu, meslek sahibi olma hayalleri suya düşüyor fakat insan hangi koşulun ona ne getireceğini o anda bilemez. Kim bilebilirdi telefon üzerinden çalışarak hafız olacak olan ilk kişi olacağını ve bu başarısıyla televizyona çıkıp bir kitap kaleme alacağını?

Bu kitap, okuyan herkesin umudunu güçlendirecek ve bundan sonraki hayatında ilham olacak bir eser. 

"Ah sabır, nasıl da diri tutuyor insanı. Adeta başlı başına bir okul gibi eğitiyor, sabrettikçe güçlü kılıyor."

"Şöyle de bir incelik var ki içinde bulunduğunuz işe şartlanmak sizin başarı yolundaki adımlarınızı hızlandırıyor."

Kitabı okurken bu güzel duyguların yanında içimi burkan ve beni sinirlendiren bir husus vardı. Hayatın gerçeği olan bir şey: Acımasız insanlar. Yazarın hastalığının çocukken fark edildiğini başta belirtmiştik fakat bu fark etme anında olmuyor ve yazar okula gittiği dönemde yürümekte zorluk çekiyor, merdivenleri rahatça çıkamıyor. Bunu gözlemleyen eş dost da aileye uyarıda bulunuyor fakat nasıl? "Sizin çocuk özürlü gibi yürüyor." denilirek... Özürlü kelimesinin artık lügatlarımızdan çıkarılması gerekiyor. Bu kadar sığ, bu kadar kaba üslupları aklı ve vicdanı olan hiçbir insana yakıştıramıyorum. Bu durumda da gördüğünüz üzere asıl engel kişiliklerdedir.

Kitabın vermek istediği ana mesajın ötesinde yazarın anlatımından da bahsetmek istiyorum. İlk kitabı olmasına karşın gayet profesyonel ve akıcıydı. Tam bir kitapkurdu olması da kalemine yansımış. İkinci kitabının içeriği ne bilmiyorum ama onu da merak ediyorum. 

Kitabın şu güzel cümleleriyle yazımı noktalıyor ve sizlere hayallerinize, kendinize engel koymadığınız bir hayat diliyorum. Esen kalın.

"Asıl engel kalptedir. Oradaki zincirleri kırdıktan sonra aşamayacağınız engel yoktur. İstidadına göre herkesin yapabileceği bir şeyler vardır."

                                                              Aleyna Uluç

                                                              Halkalı - 2020

20 Kasım 2020 Cuma

Yozlaştırılan Din

Bu yazımda Durmuş Kabağlı'nın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan Yozlaştırılan Din adlı kitaptan bahsedeceğim.

Durmuş Kabağlı bu kitabında din hakkında yanlış bilinenleri, insanların dini nasıl yanlış yorumlayıp yozlaştırdığını ele almıştır. Öte yandan sözde din adamları olan kişilerin neler yaptıklarını eleştirel bir dille tek tek ortaya dökmüştür.

"Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder."

Din adamlarının dini hiçbir şekilde doğru anlayıp benimsemediğini, kendi çıkarlarına göre alet ettiğini ve toplumu menfaatlerine göre uyuttuklarını çok güzel ve açık bir dille de beyan etmiştir. Bunun yanı sıra din ve siyaset işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini şu sözlerle vurgulamıştır:

"Din ve siyaset çatışmaları hep kötü sonuçlar yaratmıştır. Bu çatışmalara sebep olanlar da bu yanlış düşünüşlerdir. En doğrusu her iki alanın kendi çerçevesinde kalarak dinin siyasete, siyasetin dine müdahalede bulunmaması ve menfaat kapısı olarak kullanılmamasıdır."

Durmuş Kabağlı'nın kalemiyle söylemek istediğim bir şey var, o da tecrübenin cümlelerinden bariz bir şekilde aktığı. 1942 doğumlu yazar şu zamana dek araştırmacı bir kişiliğe sahip olsa gerek ki din hususunda, toplumun yapısında ve hatta siyaset üzerinde anlattığı çok ender bilgileri var. Ayrıca gözlem yapmayı seven bir insan olduğunu da söylemeliyim, zaten böylesi kendi düşüncelerine ulaşmış bir insanın bakmaktan öte görmesi gerekir. 

"Kurban kesip ihtiyacı olana değil de diğer kurbana kadar yetmesi için eti kendine saklayan, bir yıl yetecek kadar kurban eti ile sucuk yapan insanlar, kıldıkları namazı, yaptıkları ibadetleri insanların gözüne sokmaya çalışanlar, başkalarına namaz baskısı yapanlar, dedikodu ve kovda yarış yapanlar, şehadet getirip ardından o ağızla kalp kırıp hak yiyenleri, ona buna küfür savuranları, yalan makinesi gibi konuşanları gördükçe hiç kimse bana İslamiyet değişmedi diyemez zaten."

Durmuş Kabağlı, dini yanlış lanse edip bilim düşmanı kılan insanları da eleştiriyor ve şu sözleriyle gerçekleri ele alıyor:

"Dünya çapında bilim insanları, yazarlar, çizerler çıkarmıyoruz. Bunlar olmayınca küresel ölçekli yayınlarımız da olmuyor. Cehalet batağına saplanmış, toplum içinde doğru dürüst dini, edebi, sosyolojik, felsefi ve diğer alanlarda da yazarlar da olmaz ancak reklama, gösterişe düşkün salon Müslümanları çıkar."

Yozlaştırılan Din, sadece dini değil, içinde bulunduğumuz toplumu da tümüyle inceleyen bir kitap. Dini yanlış yorumlayıp kadınları aşağılayan, onların haklarını elinden gasp eden, ağza alınmayacak sözlerde bulunan insanları tüm içtenliğiyle eleştiriyor. Kadın ve erkeğin kuşkusuz eşit olduğunu söyleyerek aksi tutumların uydurma olduğunu söylüyor, hadisleri karşılaştırıyor. Bunun dışında para için ruhunu satan, faizle, onla bunla kazanan ve insanlığa sığmayacak şeyleri din adı altında yapan tüm kesimleri eleştiriyor. Bu yönleriyle sosyolojik bir kitap denebilir. 

Yazarın bu kitaptaki amacı dini değil, dini yanlış yaşayanları eleştirmektir.

Ben Durmuş Kabağlı'nın kalemini ve kitabını severek okudum. Eğer sizler de toplumun gerçeklerini aktaran bir kitap okumak istiyorsanız Yozlaştırılan Din'i okumayı tercih edebilirsiniz. Kitabın şu güzel sözüyle yazımı noktalandırıyorum. Esen kalın.

"İnsanlık âlemine esasta huzur, barış, sevgi, dostluk, sağlık, esenlik, kardeşlik ve birlik beraberlik duygularını benimsetip yerleştirmeliyiz."

                                                         Aleyna Uluç

                                                          Halkalı - 2020

18 Kasım 2020 Çarşamba

Kumsalın Annesi

Bu yazımda Ferhat Saçu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Eylül 2020'de gerçekleşmiş olan Kumsal'ın Annesi adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Ferhat Saçu, yayınladığı ilk kitapta kendi yaşam öyküsünü ele almış, başrole de aşık olduğu kadını, Ayşe'yi koymuştur. 

Yazar, 2018 yazından 2020'ye değin yaşadığı aşk sürecini bizlerle paylaşırken verdiği detaylarla da adeta bizi de kendi hayatına konuk edip onunla beraber yaşamamıza vesile oluyor. Peki bu yaşam öyküsünde neler oldu, gelin ele alalım. 

Kitabın başrolü olan Ayşe, yazarımızla akrabalık bağı olan biri. Yazarımıza ailesi tarafından sıkça bahsedilen Ayşe, o dönemde Ferhat'ın ilişki düşünmemesi sebebiyle sadece sözde kalıyor fakat bir gün merak ya, Ayşe'nin sosyal medya hesaplarına bakıyor yazar. İşte asıl öykü burada başlıyor yazarımız için zira ilk görüşte aşk misali Ayşe'yi görür görmez bir şeyler hissediyor. Yine de "Kendine gel Ferhat. Bir süre hayatında kimse olmayacak." diyor. Ta ki kötü bir hadise gerçekleşene dek... 

Aylar sonra Ayşe erkek kardeşini kaybediyor. Bu acı kayıptan sonra Ferhat Ayşe'nin yanında olmak, onun acısını paylaşmak istiyor. Aşktan önce bir arkadaş olarak onu hayata döndürmek istiyor. Tabii bunun için önce doğru zamanı bekliyor ve üç ay sonra bayram vesilesiyle akraba ziyaretleri yapılırken Ayşe'yi ilk defa canlı olarak görüyor. Evet, bu görüşmeden sonra da iki yıllık bir süreçte bir aşk mücadelesi izliyoruz.

Kitabın içeriği ilgili daha fazla ipucu vermeden yorumuma geçmek istiyorum. İlk ele alacağım şey ise kuşkusuz yazarın kalemi olacak çünkü kendisi 500 küsür sayfalık bir kitabı hiç sıkmadan okuttu. Bu büyük bir başarı. Bu başarının nedeni ise benim için yazarın hem edebi hem de samimi bir anlatım dili olmasıydı. Yer yer şairâne cümleler okurken yer yer de yazarın arkadaşıymışız gibi bir samimiyet duyduğumuz cümleler okuyoruz. Bu da kendi adıma bir kitapta en hoşuma giden detaylardandır. Tabii kitabın bu denli akıcı olmasının bir sebebi de olaylar dizisiydi, Ayşe ile yaşanan vakalar, gelgitler "Acaba ne olacak?" sorusuyla sayfaları çevirmemi sağladı. 

Yazarın hayata bakış açısı ve hayallerine karşı olan azmi eminim ki okuyan birçok kişiyi etkileyecektir. Karşısına çıkan badirelere karşın kendine olan güveni ve pozitifliği insana ilham verecek türden. Şunu da söylemeliyim ki bence buradaki azim sadece aşk için değil hayatta istediğimiz çoğu şey için bir ilham olmalı. Eğer hayata karşı duruşumuz bu olursa çok daha güçlü ve hayallerini gerçeğe dönüştüren bir biz oluruz. 

Kitabın içinde yer yer alıntılar mevcut. Bu alıntıların özelliği ise motive edici olmaları. Yazar mücadeleyi anlattığı kitabında bu sözlerle kendi cümlelerini pekiştirip okuyucularıyla da paylaşmış. Alıntılardan bahsetmemin asıl nedeni kitaba çok yakıştıklarını söyleyecek olmam. Mesela kitabın girişindeki şu güzel alıntı kitabı özetler nitelikte:

"Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten 'Ne yapalım, kaderimiz böyle' deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hakimsin ne de hayat karşısında çaresizsin..." - Şems-i Tebrizi

Yazarın bazı cümleleri de tıpkı bu alıntı gibi hayatla ilgili motivasyon sağlıyor. Bu cümlelerden altını çizdiğim bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Yaratmanın başlangıcıdır düş gücü. Dilediğinizi düşler, düşlediğinizi amaçlar, amaçladığınızı yaratırsınız sonunda."

"Her sabahın aydınlığında hayat hikayenize boş, temiz, yeni bir sayfa eklerseniz ve o hikaye bambaşka ilerleyebilir."

Evet, Ferhat Saçu tüm inancı ve umudu ile Ayşe için savaşıyor fakat bu süreçte birçok badire de atlatılıyor. Sonunda ne olduğunu söylemeyeceğim fakat ikinci kitabın da çıkmasını talep ediyorum çünkü aklımda bazı sorular mevcut. 

Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim tek bir husus var, o da bazı kelimelerin çok sık kullanılması oldu. (İşbu, ekseriya gibi) Başka bir kitapta bu husus göz önünde bulundurulabilir. 

Bunun dışında gerçekten akıcı ve severek okuduğum bir kitaptı. Yazara bizlere hayatını içtenlikle paylaştığı için teşekkür ediyorum. Dilerim kitabın başrolü Ayşe ile huzur dolu bir hikayeleri olur. Kitaptan şu alıntı ile yazımı sonlandırıyor ve esenlikler diliyorum:

"Esasında yaşlılık ne saçlarınızın ağarması ne yüzünüzün kıvrışması ne de belinizin bükülmesidir, gayesi biten ve düşleri sönen herkes yaşlıdır. Ben asla ümidimi kaybetmeyeceğim."

                                                          Aleyna Uluç


12 Kasım 2020 Perşembe

JÖH PÖH - SİLOPİ HENDEKLERİNDE

Bu yazımda Yeşil Bozlak'ın kaleminden çıkmış JÖH PÖH - Silopi Hendeklerinde adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Öncelikle kitabın kapak tasarımını çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kapakta kullanılan fotoğraflar, renk uyumları ve kurşun detayı derken bütünüyle çok ilgi çeken ve göze hitap eden bir kapak ortaya çıkmış.

İçeriğine gelecek olursak en başta bilmeniz gereken şey okuyacağınız her şeyin gerçekte yaşanmış olduğudur. Silopi gazisi olan Yeşil Bozlak yaşadıklarını anı defterine yazdıklarıyla bize aktarmıştır. Hatta kitapta geçen şu diyalog da bizleri mutlu eden türden:

- Ne yazıyorsun?

- Ne yaşadıysam hepsini yazıyorum.

- Ne zamandır yazıyorsun?

- Taburdan çıktığım andan itibaren yazıyorum.

- Ne yapmayı düşünüyorsun?

- Eğer bu hendeklerden sağlam çıkarsam belki bu yazdıklarım bir gün bir kitaba dönüşür.

Ne mutlu ki sağ çıkmış ve biz de şu an bu kitabı okuyarak yorumunu yapıyoruz. İyi ki o zamanlar anı defterine yazmış her şeyi çünkü bu yazdıklarıyla bize de o anlara yaşatıp birçok duyguyu hissetmemize sebep oldu. En güzeli de empati duygusu. Okurken kendimi onca zorlukla mücadele eden, karda kışta donan, ailesini ve sevdiklerini geride bırakan askerlerimizin yerine koydum. Bizler için ne büyük fedakarlıkta bulunduklarını bir kez daha anladım.

"Çatışma okunması kolay, yaşanması ise var olmakla yok olmak arasında ince bir çizgidir."

Kitabın en iyi özelliklerinden biri yazarın her detayı aktararak olanları adeta bir film sahnesi gibi kafamızda canlandırması oldu. O anın atmosferi, yenilen yemekler, hava durumu ve en önemlisi de hissedilen tüm duygular... Yeşil Bozlak'ın deli akan kanını, korkularını, öfkesini, hırsını, vatan aşkını ta içimizde hissederek o anları adeta yaşıyoruz. Zaten gerçek hayatı anlatan kitap kuvvetli anlatımı ile beraber bize daha da gerçekçi hissettiriyor böylelikle.

"Bir insan başkasının acısını yüreğinde hissedebilir mi? Hissedermiş... Silah arkadaşımın canının yanmasını ciğerlerimde hissetmiştim. Of anam demesini hiç unutmayacaktım. Ben böyle hissettiysem anaların hangisini hangi kelimeler, hangi cümleler anlatabilir ki..."

Askerlerimizin birbirleriyle kurdukları kuvvetli bağ da en güzel şu cümlelerle aktarılmış:

"Ne zaman bir arkadaşını kaybedersin, ruhunda derin uçurumlar oluşur. Zaman geçse de unutamazsın. Hani derler ya zaman en iyi ilaçtır. İşte bu sözler bizler için geçerli değildir. Eğer şehit olan arkadaşın evli ve çocuklu ise kendi çocuğunu kucağına aldığında şehit verdiğin arkadaşının çocuğu gelir aklına. Kalbine saplanır acı ok gibi."

Kitap boyunca sanki o an oradaymış gibi bir hissiyatla okudum. Tüm bunların gerçek olduğunu bilmek kötü hissettirse de yer yer askerlerimizin arasında geçen tatlı atışmalar yüzümüzü güldürüp içimizi ısıtıyor. Onların o erdemli kişilikleri, düşmanın yaralarını bile sarmaları, oradaki hayvanları beslemeleri ise hepimizi duygulandırmakla beraber onure de ediyor. 

"İnsan biyolojisi her türlü zorlukların üstesinden gelebilecek bir yapıda idi. Nasıl alıştırırsan öyle gidiyordu."

Bu söz de bana ilham ve kuvvet veren sözlerin arasına dahil oldu. Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim hiçbir husus yoktu. Yazara bizlerle o zor dönemlerini her detayıyla paylaştığı için teşekkür ediyorum. Bu yazıyı okuyan herkese de kitabı okumasını öneriyorum.

Esen kalın.

                                                    Aleyna Uluç

                                                     Halkalı - 2020

11 Kasım 2020 Çarşamba

Cevap Bekleyen Sorular

Bu yazımda Metin Sevil'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2018'de gerçekleşmiş olan Cevap Bekleyen Sorular'dan bahsedeceğim. 


Metin Sevil, İstanbul'daki bir yatılı okulda Denizcilik okumuştur. O yıllarda okulun mescidinde Elmalılı mealini eline alıp okumaya başlamış ve bu konular üzerine olan ilgisi işte o andan itibaren başlamıştır. Bu zamana dek de yoğun araştırmalarda bulunmuştur. Altını çizerek belirttiği nokta da şu ki; kendisi dinle ilgili bir kursa gitmemiş ve eğitim almamıştır, yani bu konuda bir unvanı yoktur. 

Kitabı öncelikle anlatım bakımından ele almak istiyorum. Yazar her ne kadar bu konuda profesyonel olmadığını bastırsa da bence gayet başarılı bir eser ortaya koymuş. Anlatım dili akıcı ve başarılı olmakla beraber herkese hitap edecek türden. Genelde bu tarz kitapların ağır bir anlatıma 
sahip olması beklenir. Ben bu konuda bir tutarsızlığın olduğunu düşünüyorum, herkesi ilgilendiren konular niçin belli bir kesimin anlayacağı dilde yazılsın ki? Bu sebeple yazar en mantıklı olan yolu tercih etmiş.

Kitap iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda güncel dini tartışmalar ele alınırken ikinci kısımda daha çok çözüm yolları ve cevaplarla ilerliyoruz. 

Yazar, kitap boyunca ele aldığı dini konularda belli bir taraf tutmamayı gaye edinerek her kesimin düşüncelerini kendi süzgecinden geçirerek yorumlamış. Amacı belli bir kesimi savunmak ya da haklı çıkarmak değil, dini konularda çözüme kavuşmamış konulara farklı bir ayna tutmak. 

"Hesap günü hiçbir alim, müctehid, hoca, tarikat/cemaat sizin yerinize sorguya çekilmeyecek, günahkarsanız sizin yerinize başkası cezaya çarptırılmayacaktır. Herkes kendi hesabını kendisi verecek, vahiy ve akıl nimetinden mesul olacaktır."

Bu alıntıda da görüldüğü üzere başkalarının düşüncelerine sıkı sıkıya sarılmak yerine kendi aklımızı, sorgu becerimizi kullanmamız gerektiğini vurguluyor. Bu bakış açısıyla da alışagelinmiş olanı yıkıyor çünkü kitap boyunca da göreceğiniz gibi bu konuda çok sığ düşünen insanlar var.

"Kur'an-ı Kerim ayetlerinden hüküm çıkarmak, tefsir ve fıkıh usülü başta olmak üzere dini ilimlerlde bir ilmi yeterlilik gerektirir. Buna sahip olmayan bir kişinin ayet meallerinden hareketle bir hükme varması isabetli olmaz."

Mesela okuduğunuz bu sözler yazarın şahsına edilmiş. Oysa aklı olan herkes her konuda sorgulama yapabilir, buna şüphemiz yok değil mi?

"İşte bize düşen öncelikle üzerinde tartışma olmayan bu kesin emir ve yasaklara uymak olmalıdır. Samimiyetimiz bu şekilde ortaya çıkar. Eğer tartışmalı/müteşabih ayetler üzerinde kafa yoran, sorular sorup cevaplar arayan, tartışma yapan ve çıkmazda olduğunu belirten bir kişi beri taraftan bu açık ayetlere uymuyorsa asla samimi değildir ve ciddiye alınmamalıdır. Onun yaptığı ancak gürültü çıkarmaktır."

Yazar bu tarz düşüncelerini paylaşmakla beraber ikinci kısımda bazı kişilere sorduğu dini soruların cevaplarını da bizlerle paylaşmış ve aldığı cevaplardaki bazı tutarsızlıkları ortaya koymuştur. 

Eğer bu konulara ilgiliyseniz ve tarafsız bir kitap okumak istiyorsanız Cevap Bekleyen Sorular'ı okuyabilirsiniz. Dilerseniz yazara internet üzerinden ulaşıp aklınızdaki soruları da tartışabilirsiniz, kendisi uzun yıllardır internette de bu konular hakkında tartışmakta.

Yazarı tüm araştırma ve emekleri için kutluyorum. 

Esen kalın. 
  
                                                        Aleyna Uluç
                                                        Halkalı - 2020 

6 Kasım 2020 Cuma

Ninemin Rüyası

Bu yazımda Şahin Terlan Nezir'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan Ninemin Rüyası adlı kitaptan bahsedeceğim.

Şahin Terlan Nezir, Kutlu Yayınevi'nden daha önce Patron ve Soy Bağı adlı iki kitap çıkarmıştır. Ninemin Rüyası da üçüncü olmuştur. Hikayelerden oluşan kitapta öncelikle yazarın kaleminden bahsetmek istiyorum. Yazarın sade ve akıcı bir anlatımı var, okurken sayfaların ne ara geçip gittiğini anlamıyorsunuz. Hangi ara bir hikayeyi bitirdim de ötekine geçtim diye düşünüyorsunuz. Akıcılık dediğimiz şey basit gibi sanılsa da her yazarın yakalayamadığı bir başarıdır. Okuyucunun odağını kaybetmemek, onu gereksiz betimlemelerle boğup konudan saptırmamak gerek. Tabii sadece anlatıma bağlı değildir akıcılık, hikâyenin de okuyucunun merakını diri tutması gerekir. Bunu da başardığını söylemek istiyorum.

Kitap yedi ayrı hikâyeden oluşuyor. Hikâyelerin asıl amacı ise okuyucuya bir mesaj vermek. Bu yönüyle eskilerin öğretici hikâyeleri tadını veriyor ve kıymetli bir hâl alıyor. Benim en sevdiğim hikâye "Enayi" adlı hikâye oldu. 

"Demek ki suçlunun, dolandırıcının milliyeti ve cinsiyeti olmazmış. İkisi de bizim hakkımızı çalıyorlar."

Bu alıntı da o hikâyeye ait. Falcıların oyunlarını çarpıcı bir şekilde anlatan hikâye toplumsal mesajlarıyla da akıllara kazınıyor. Aslında kitabın içindeki çoğu hikâyede böyle güzel mesajlar var. Mesela bir diğer sevdiğim hiķâye de Kambur'du. Kambur, Hacı denen Bülent'in dini kullanarak nasıl yalanlar çevirdiğini anlatıyor. Böylelikle bazı şeylerin görünenden farklı olduğunu da okuyucularına aşılıyor yazar. 

Hikâyelerin içinde yer yer masalı andıran durumlar da oluyor, gerçekte olması pek de mümkün olmayan şeyler... Bu da yine eskiden kulaktan kulağa dolanan hikâyeleri andırıyor. 

Genel olarak hikâyeleri sevsem de sadece bir iki tanesine anlam veremediğimi belirtmek istiyorum. Bu belki benimle ilgiliydi, verilen mesajları ben anlayamadım ama "Boynuzlular" ve "Şans Deliği" adlı hikâyelere anlam verememekle beraber sevemedim. Diğer hikâyelerin ne anlatmak istediği açıktı ve topluma hitap ediyordu ama bu ikisini en azından ben kafamda oturtamadım. Bunun dışında başta da dediğim gibi kitap çok akıcıydı. Hem yazarın anlatım dili sade ve sürükleyici hem de olaylar merakla okumanızı sağlayacak türden. Hikâye okumayı seven herkese önerebileceğim bir kitap. 

Yazara verdiği tüm güzel mesajlar için teşekkür ediyor ve yazmaya hep devam etmesini diliyorum. Kim bilir anlatacağı daha ne çok hikâye vardır... 

Esen kalın.

                                                          Aleyna Uluç

                                                        Halkalı - 2020

5 Kasım 2020 Perşembe

Yolcu

Bu yazımda Gülnihal Baki Akgündüz'ün kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Nisan 2019'da gerçekleşmiş olan Yolcu adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Gülnihal Baki iki kitabı çıkmış bir yazar. İzler adlı kitabında gerçek hayat hikayelerini anlatmışken Yolcu kitabında da şiirlerini okuyucularıyla paylaşmıştır. 

Biliyorsunuz ki bulunduğumuz dönemde şiir kitapları epey meşhur. Ağırlıklı olarak aşk üzerine yazılan şiirlerde dizeler genellikle birbirini anımsatır vaziyette. Yani günümüz şiirleri tekrara düşüyor ve açıkçası pek de bir özen göremiyoruz. Tabii bu her şiir kitabını aynı kefeye koyacağımız anlamına gelmiyor. Yolcu, bana eski şiirlerimizin tadını veren bir şiir kitabı. Anlatım dili kendine has ve tekrara düşmüyor.

"Sen, selam dersin                                                   Ben çiçek olur açarım                                           Sen, halimi sorarsın                                              Hasta yatağımdan çıkarım.                                Gece gündüze döner,                                            Kışım bahardayım der."

Okuduğunuz dizeler Sevdanın Dili adlı şiire ait. Çok naif ve güzel buldum bu kısmı. 

Şair, yer yer kafiyeli şiirlere de yer vermiş. Yağmur adlı şiirindeki bu kıta da kafiyenin en güzel şekilde kullanıldığı kısımlardan biriydi:

"Yokluğunda yeşil göç eyledi katar katar

Sarı sardı her yanı, mevsim sonbahar

Biraz daha gelmezsen güller gibi gönüller de solar

Yağ yağmur, özlemin kor olmuş yürekler yakar."

Yine kafiyeli ve anlam bakımından çok beğendiğim bir başka kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Asil azmazmış, bal da bozulmaz

Uğraşma, bozuk süt maya tutmaz.

Kıyafet içindekini hanım yapmaz,

Boşsa içi kafanın, peruk saklayamaz."

Bu kısım gerçekten de çarpıcı ve güzeldi. Az önce de dediğim gibi bu şiirlerde eski şiirlerimizin havası var. Yani günümüz şiirlerinin birçoğu gibi anlamsız, sadece ağdalı kelimelerle oluşmuş şiirler değiller. Zaten şairin yıllardır yazan biri olduğunu "Lise günlüğümden" notuyla yazdığı birkaç şiirden de anlıyoruz. Belli ki şiirlerle her zaman bağı olan bir edebiyatseverdi. 

"Bir rüyasın sen

Belki hiç gerçekleşmeyecek

Uzaklarda bir gurbetsin

Hiç bitmeyecek.

Ne olursa olsun...

Benim en değerlimsin.

Kim ne derse desin...

Tek hayalimsin."

Şairin lise günlüğünden bir şiirdi okuduğunuz. 

Bu kitapta benim en sevdiğim özelliklerden biri şiirlerin sadece aşk üzerine olmaması, hayatla ilgili diğer konulara da dokunmasıydı. Böylelikle okumak daha keyifli oluyor çünkü art arda aynı konu üzerine okumak bir yerden sonra sıkabilir. Şiirlerin yanı sıra yer yer bazı yazılara da yer verilmişti. Kısa hikaye ve gözlemlerden oluşan bu yazıları beğensem de acaba başka bir kitapta mı olsalardı diye düşünmedim değil çünkü şiirlerle alakalı değillerdi. Eğer yazılar ve şiirler ortak konuları ele alsalardı bir şey diyemezdim ama bu noktada biraz kopukluk olduğunu söylemek istedim.

"Bin insanı dinlesen bin birinci bilmezini bildirir

Kırk kapıdan girsen kırk birinci yolunu değiştirir

Bundan gayrı benim karşıma ne çıkar dersin de 

Anlarsın ki öğrenmenin sonu son nefesledir."

En beğendiğim kısım kesinlikle burasıydı. Altını çizdiğim, kulağıma küpe ettiğim dizeler arasına girdi. Şairi bu anlam dolu şiirleri için kutluyor ve kalemin elinden düşmediği bir ömür diliyorum. Siz okurlara da kaliteli bir şiir kitabı okumak istiyorsanız Yolcu'yu öneriyorum. Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

                                                       Halkalı - 2020




  

4 Kasım 2020 Çarşamba

Merhaba

Bu yazımda Yüksel Yazar'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan "Merhaba" adlı kitaptan bahsedeceğim.
Yüksel Yazar, şu ana dek üç şiir kitabı çıkarmış bir şairdir. Üçüncü kitabı olan Merhaba'yı diğer şiir kitaplarından farklı kılan ise tamamiyle tek bir kişiye ithafen yazılmış olmasıdır. Şair, aşık olduğu kadına yazdığı şiirleri bizlerle paylaşmış. Bu sebeple kitabın ön sözünde "Belki de bu yüzden artık benim kitabım demekten vazgeçmeliyim çünkü bu kitapta bana ait olan tek şey kalbim herhalde, onun dışında her satır, her dize, her kelime kalbimin adaşı, yaşama sevincim olan ve emsali olmayan bir kadınla dolu, tamamen ona ait." demiştir.

Kitap iki kısımdan oluşuyor. Benim çıkarımıma göre ilk kısım daha karamsar şiirleri barındırırken ikinci kısım daha umutlu şiirleri içeriyor. Bu da okuyucuyu karanlık bir yolculuğa çıkarıp yolun sonunda ışığa ulaştırıyor.

İlk kısımdan hoşuma giden bazı kesitleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Çünkü kalmak yakışırken bazısına, 
Kimisi mecbur gitmeli." 

"Bir sarılmalık olsun daha ömrü var mı sevdamızın?                                                
Bir dakikasına versek ya da bin sayfasını yazgımızın."

Şair, ilk kısımda içindeki gelgitli halleri şu dizeyle özetliyor:

"İçimde kıyametler kopuyor
Bir yanım merhaba, diğer yanım elveda."

Sevdiği kadına yazdığı dizelerin arasında kendisiyle ilgili duygu durumlarını da yakaladım ve onların altını çizdim.

"Çünkü düşmez suretime gölgesi içimde kopan fırtınanın."

Şair burada hissettiklerini, acısını dışa yansıtamadığını anlatırken aslında birçok kişinin kalbine dokunuyor. Tüm kitap boyunca en sevdiğim dizeler ise şu oldu:

"Kendime benzeyince kimse sevmiyor beni Kırık ruhumla ondan eksik gülümseyişim."

Şiirleri genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim fakat bazı şiirlerde anlam bakımından tekrara düşülmüş, bu da art arda okuyunca sıkıcılığa neden olabiliyor. Demek istediğim, bir şiirde zaten daha önce anlatılmış şeyler birkaç şiirde mevcut. Bunun dışında daha uzun ve içeriği farklı olan şiirlerini daha çok beğendim. "İncelikli Bir Haldir Seni Sevmek" şiiri bahsettiğim şiirlere örnek verilebilir.

Şiir okumayı seven ve bir insanın kalbinden gerçeklikle dökülen hisleri okumak isteyenlere Merhaba'yı öneriyorum. Şaire de şiirlerinin muhatabı olan kişiyle bir ömür mutluluklar diliyorum. 
                                                
                                                Aleyna Uluç                                                            Halkalı - 2020