26 Şubat 2021 Cuma

Mevzu Sensin

Bu yazımda Merve Nur Uzun'un kaleminden çıkmış, ilk basımı Nisan 2019'da Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Mevzu Sensin adlı kitaptan bahsedeceğim.


Merve Nur Uzun, "Yazmaya başlamamın sebebi, insanları iyi analiz edebilen bir yapım olmasıdır. Böylelikle mutsuzlukları olanlara yeni bakış açıları kazandırarak, onların hayatlarını daha kaliteli hale getirmelerinde yardımcıları olabilecektim." diyor kitabın başlarında. Böylelikle mühendis sıfatının yanına yazarlığı da eklemiş oluyor ve bizler Mevzu Sensin isimli bu romanla buluşuyoruz.

Mevzu Sensin, gözlem yapmayı çok seven, empati duygusu oldukça gelişmiş ve insanları analiz etmede başarılı olan Bilgehan'ın çocukluğundan beri akıl hocası olarak danıştığı Ferah-âver ile manidar konuşmalarını baz alıyor. Bu konuşmalarla farkındalığı her gün daha da artan Bilgehan, bu bakış açılarını hayatına da yansıtmaya devam ediyor. Ayrıca kendine bir hayat gayesi belirliyor: İnsanların derdine koşmak, onlara yardımcı olabilmek. Bunu kendine vazife bildiği anda hayat da karşısına yardım edebileceği insanlar çıkarıyor. Böylelikle birbirinden farklı üç kişiyi daha okuyor ve onların dertlerine derman buluşuna tanık oluyoruz. Kitap iki ana konudan oluşuyorsa biri bu hayat gayesi, diğeri de Bilgehan'ın gönül mevzusu diyebiliriz. 

Konusunu oldukça özgün ve etkileyici bulduğum Mevzu Sensin'e daha farklı bir isim seçilmesini tercih ederdim. Zira kitabı elime ilk aldığımda isminden ötürü bende bir aşk kitabı izlenimi bıraktı, oysaki içerik çok daha farklıydı. Öte yandan, "mevzu sensin" denildiğinde başka bir anlam daha taşıyor ki o da kitabın içeriğine uygun. Bu bağlamda ya kapakla içerik yansıtılmalıydı ya da isimle diye düşünüyorum. 

Kitabın arka kapağında yer alan tanıtım ise kusursuz olmuş diyebilirim. Kitabı en iyi şekilde özetlemiş yazar. 

Kitabın içeriğine döndüğümüzde yazılan karakterlerin çok iyi analiz edildiğini söylemek istiyorum. Mükemmelliyetçi Savaş, olmamış şeyler üzerine sürekli bir kaygı duyan Affan ve hayatının geçmiş bölümüne takılıp kalan Kaan'ı çok güzel bir şekilde aktarmış yazar. Özellikle de Savaş'ı okurken gerçek bir karaktermiş gibi hissettim. Kontrolün hep kendinde olmasını istemesi, aşırıya kaçan davranışları ve ilişkilerini bile bu yüzden mahvetmesi başarılı bir şekilde tasarlanmıştı. Yazarın mükemmelliyetçilik üzerine bilgili olduğu bariz bir şekilde anlaşılıyordu.

Bilgehan'ın bu insanlara yardım etmek için uğraşması ve bunu yaparken kullandığı dilin yargılayıcı olmaması da insanlara nasıl ulaşabileceğimizi göstermekteydi. Savaş gibi bir kişiye bile ruhsal olarak yaklaştı hatta çok güzel bir yakınlık kurarak iletişimin vurgusunu biz okurlara yaptı. Tüm bunlar yazarın zihninin inceliklerini yansıtmaktaydı.

Bilgehan'ın sözlerinden altını çizdiğim bir kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Zamanı bir çizelge gibi düşündüğünde; geçmiş, gelecek ve şimdiki zaman noktalarını görürsün. Şimdiki zamanda yaşadığın sıkıntıya göğüs gerebilecek sabrı, tam olarak şimdiki zaman noktasına bakarsan görürsün. Fakat, şimdiki zamanda sıkıntı yaşayıp, sabrına gelecek zaman noktasından bakarsan, hedefi şaşırmış olursun. Haliyle var olan sabrını, geleceğe dağıttığın için şimdiki sıkıntını göğüsleyecek sabrının kalmadığını düşünürsün. Yarınımızın ne olacağının garantisi yokken, neden yarını düşünüp sabrımızı bu andan, geleceğe saçalım o vakit?"

Bilgehan'ın gönül verdiği kişiyi sizlere sürpriz olmasını istediğim için söylemeyeceğim ama ikisinin arasındaki hisleri en güzel şekilde anlatan şu cümlelerden birini paylaşacağım:

"Birbirlerine katlanmıyordu onlar, birbirleri ile katlanıyorlardı, çoğalıyorlardı sevgiyle ve aşkla. Hatta katlanmak kelimesinin ne anlama geldiğini unutmuşlardı kalpleri sevgiyle dolduktan sonra."

Kitabın akıcı, etkileyici bir anlatımı var. Sıkmadan, bir şiir okur edasıyla okutturabiliyor kendini. Zaten konular hepimizi ilgilendirdiği için illaki bir yerde kendimizi buluyor ve daha çok dikkat kesiliyoruz okurken. Yani kendimize ayna tutmamızı da sağlıyor bu kitap.

Mevzu Sensin'i herkese öneriyorum çünkü hepimiz hayatı daha anlamlı kılmak, maneviyatımızı arttırmak isteriz. Bu kitap da buna vesile olacaktır inanıyorum ki. Yazarı gönülden yazdığı bu kitabı için kutluyor ve yeni kitaplarında buluşmayı diliyorum.

Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

24 Şubat 2021 Çarşamba

Sormak Ayıp Mı

Bu yazımda Ramazan Yılmaz'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Eylül 2019'da Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Sormak Ayıp Mı adlı kitaptan bahsedeceğim.


Ramazan Yılmaz, liseyi bir İmam Hatip lisesinde okuduktan sonra üniversitede İlahiyat Fakültesi'ne başlamıştır fakat bazı sebeplerden dolayı henüz hazırlık sınıfındayken üniversiteyi bırakmak zorunda kalmıştır. Bundan sonra lokanta işleten Yılmaz, sonrasında da aşçıbaşı olarak çalışmaya başlamıştır ki hayat sürprizini yapıp onu bir tesadüfle tekrar İlahiyat Fakültesi'ne geri getirmiştir. 22 yıl sonra üniversiteye devam etmiştir. Bu esnada çalışmaya devam etmek zorunda olan yazar bir mahalle kahvehanesini devralmıştır. Bir ilahiyatçının kahvehane işletmesi müşterilerin dikkatini cezbetmiştir. Genç müşteriler bu durumu öğrendiği anda dinle ilgili sorular sormaya başlamıştır. Kimi zaman da kötü niyetle onu zor durumda bırakmak için "Madem ilahiyatta okuyorsun bilirsin" deyip alaylı tavırlara girmişlerdir. İşte bu olaylar üzerine yazar gençlerin sorduğu soruları liste haline getirmiş ve cevaplarını yazmıştır. Sormak Ayıp Mı da bu şekilde biz okurlarla buluşmuştur.

Kitapla ilgili yorumuma başladığımda söyleyeceğim ilk şey isim seçiminin harika olduğu olur. Dikkat çekici, az ve öz. Klasik ya da uzun bir isim yerine böyle yaratıcı bir isim seçmek çok doğru bir adım olmuş. Kitap kapağı da aynı sadelikte. Bence güzel bir tercih. 

Kitabın içeriğine geldiğimizde soru - cevap sistemiyle oluşması herkesin ilgilendiği soruların yanıtını bulması için faydalı bir yöntem olmuş. Beğendiğim cevaplardan birini sizlerle de paylaşmak istiyorum:

"Şu an ülkemizde İslami kurallara uygun bir şekilde zekat alınıp fakirlere dağıtılsa eğer, siz söyleyin ortada muhtaç durumda kimse kalır mı? Sadece fabrikatörleri, şirket sahiplerini düşünmeyin. Bankada, evde fazladan parası olan herkesin, esnafın da kazancından kırkta birini zekat olarak vermesi gerekir. Bu sistem uygulansa ortada fakir kalmaz ve zengine düşmanca bakışlar da ortadan kalkar. Günümüzdeki sorun bu değil mi? Zengin çok zengin ve sadece kendine saklıyor parasını, yani istif yapıyor."

Bir başka sevdiğim alıntı ise kitabın giriş bölümüne ait:

"Günümüz gençlerinin neredeyse tamamının sorunu bu. Akıllarında öğretilen din ile ilgili yüzlerce soru. Ama bu sorular kesinlikle başka birine sorulamaz. Ayıptır, günahtır. Ne demek Allah var mı? Varsa neye benziyor? Sen utanmıyor musun böyle bir soru sormaya! Dinden çıkarsın bak! Bu sorular akıllarında kaldıkça, eğer cevaplarınızı bulamazlarsa, bir gün mutlaka onları dinden soğutur, uzaklaştırır. İnandıkları din onların gözünde önemsizleşir."

Kitabın anlatımını ele aldığımızda yalın, herkesin anlayabileceği bir açıklıkta olduğunu söyleyebilirim. Yazım kurallarına uyulduğunu da belirtmeliyim. Rahatlıkla, kısa süre içinde bitirebileceğiniz bir kitap. 

Sormak Ayıp Mı'yı konuyla ilgili herkese öneriyor ve yazarı emekleri için kutluyorum.

Esen kalın.

                                                       Aleyna Uluç

19 Şubat 2021 Cuma

Dünden Bugüne Türkiye - Irak İlişkileri

Bu yazımda Serdar Mirza Mollabey'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Mart 2020'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Dünden Bugüne Türkiye - Irak İlişkileri adlı kitaptan bahsedeceğim.


Serdar Mirza Mollabey, ilk kitabı olan Dünden Bugüne Türkiye - Irak İlişkileri'nde iki ülkenin zaman içindeki değişimini ve Türkiye'nin operasyonlarını analiz etmektedir.

Kitabı elime aldığımda dikkatimi çeken ilk şey kapak tasarımı oldu. Renklerin muhteşem ahengi ve görselin çarpıcılığıyla oldukça güzel bir tasarım ortaya çıkmış. Kitabın ismi de konusunu özetler nitelikte, akılcı bir seçim olmuş.

Kitabın içeriğine geçtiğimizde üç bölüme ayrıldığını görüyoruz. İlk bölümde Türkiye - Irak ilişkilerinin cumhuriyetin kuruluşundan, 2003 ABD'nin Irak'ı işgaline kadar olan dönemi anlatılmakta. İkinci bölümde Irak Savaşı ve Arap Baharı arasınďa Türkiye - Irak ilişkileri, 1 Mart Tezkeresi, Ak Parti iktidarının Ortadoğu'ya ilişkin vizyon sahibi dış politika hedefi ve yeni diplomatik söylemi olarak "yumuşak güç" söylemi, Türkiye - Irak ilişkileri ekseninde Kürt sorunu, Türkiye'nin merkez ülke, küresel aktör olma hedefi açısından analiz edilerek süreç içerisindeki değişimlere değinilmekte. Son bölümde, yani üçüncü bölümde ise Tunus'layla başlayıp tüm Ortadoğu'yu etkisi altına alan halk hareketleri sonrasında Türkiye - Irak ilişkileri, ABD'nin Irak'tan çekilmesi, siyasi istikrarsızlık, bölgenin değişen konjonktürü, Türkiye'nin Bağdat - Erbil ikilemine DEAŞ'ın arayışı ve 15 Temmuz Darbe girişiminin Türkiye - Irak ilişkilerine etkisi irdelenerek bölgede yaşanan bu gelişmelerin iki ülke ilişkilerine etkisi anlatılmakta.

Kitabın başında ve arka kapakta yer alan "Bu kitabı niçin okumalısın?" yazısı okuyucuyu çekmek adına çok mantıklı bir adım olmuş. Bir kitabı ilk gördüğümüzde önce kapağı çeker bizi, sonra da arka kapakta yer alan yazı. Bunlar bizi tatmin ettiyse alırız genelde. Bu kitap da her ikisini karşılayarak ilgi çekici olmayı başarmış bulunmakta.

Yine kitabın ilk kısmında yer alan "Kısaltmalar" adlı bölüm de kitap içinde geçen kısaltmaların anlamını öğrenmemiz için iyi bir fikir olmuş. 

Kitapta ilgimi çeken ve altını çizdiğim bir kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum: 

"Türkiye'nin son dönemde yurt dışına ihraç edilen TV pembe dizileri dönemin yumuşak güç açısından en etkili unsuru olmuştur. Daha çok Arap dünyasının ilgi gösterdiği Türk dizileri, Slovakya'dan Malezya'ya kadar hatta Türk aleyhtarı ülkeler olan Yunanistan ve İsrail'de bile geniş bir izleyici kitlesine sahip olmuştur. Türkiye'den ihraç edilen pembe diziler, bölge halkları üzerinde Batı'nın ötesinde de zenginlik ve modernliğin olabileceği izlenimi bırakarak Türkiye'nin yumuşak güç politikasının etkinliğine ciddi anlamda katkı sağlamışlardır."

Dünden Bugüne Türkiye - Irak İlişkileri'ni herkese, özellikle de tarihe ilgili olan okurlara öneriyorum. 156 sayfalık bu kitabı kısa süre içerisinde okuyabilirsiniz. 

Yazarı verdiği emek ve özen için kutluyorum. Dilerim başka kitaplarında da buluşuruz.

Esen kalın.

                                                       Aleyna Uluç

18 Şubat 2021 Perşembe

Orta Asya'nın Yükselen Yıldızı - Kazakistan

Bu yazımda Tazagoul Erbek ve Çağlar Erbek'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Mart 2020'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Orta Asya'nın Yükselen Yıldızı - Kazakistan adlı kitaptan bahsedeceğim.


Tazagoul Jılkıbayeva Erbek, 1998 yılında Çağlar Erbek ile evlenmiş ve Türk vatandaşlığına geçmiştir. Beraber kaleme aldıkları bu eserde de Tazagoul Erbek'in "Kuzey Kazakistan'da Gündelik Hayat ve Hayvancılığın Tarihi Gelişimi" adlı lisans tezi ile Çağlar Erbek'in "Sovyetler Birliği Sonrası Dönemde Orta Asya'da Demokrasi Arayışları: Kazakistan Örneği" adlı bitirme projesi temel alınmıştır.

Kitabın kapağı göze oldukça hitap ediyor. Kullanılan yazı tipi ve seçilen renkleri beğendim. Büyük resme baktığımızda tüm detayların birbirini tamamladığını görüyorum. Kitabın ismi de nokta atışı olmuş diyebilirim. Çarpıcı ve dikkat çekici. Ayrıca kitabı en iyi şekilde özetlemiş.

Kitabın içerisinde Kazakistan'ın kültürünü, tarihini, dini inancını, gündelik hayatlarını ve gelenek göreneklerini görüyoruz. Bunları görseller de destekliyor. 


Kazakistanlıların düğünle ilgili bir geleneği ilgimi çekti. Bunu sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Betaşar büyüklerin isteği üzerine olur. Dombıra eşliğinde türküler söylenir. Türkü söyleyen adam bütün aile ve akrabaları gelinle tanıştırmak için türkü ile birlikte isimlerini söyler. Bunu yaparken de herkesin özelliklerini şaka ile karışık bir şekilde söyler."

Bu gelenekleri kulağa eğlenceli geliyor. Bir başka ilgimi çeken şey ise isim konularındaki kuralları oldu.

"Arka arkaya kız çocuğu olduğunda birbirine uymasını sağlayarak: Mayra, Sahra (ötmek 2. şahıs), Jâyna (parla, açıl); Almagül, Altıngül, Aygül, Nurgül; erkek çocuklarına da Ekibay (iki bay), Alpısbay (altmışbay), Toğızbat veya Serik (arkadaş, dost), Berik (berk, sağlam) ve Erik ismini verirler."

Kitabın sonlarında yer alan şu cümleler ise kitabın başlığıyla özdeşerek Kazakistan'ın neden yıldız olduğunu da açıklıyor:

"Kazakistan'ın başarısının en önemli nedenlerinden biri de Kazakistan'da uygulanan otoriter modernizasyon ve demokratikleşme metodunun ülke ve bölge koşulları açısından en uygun model olmasıdır diye düşünüyoruz. Nitekim her ülkeye aynı hazır reçetenin sunulması düşüncesinin sonuçlarının hayal kırıklığı olabileceği unutulmamalıdır. Kazakistan geçmişle gelecek arasında bağ kurmayı, evrensel demokrasi normlarını kendi kültürüne kademeli biçimde uyarlamayı başarmıştır."

Kitap, yalın bir anlatımla Kazakistan'ı bizlere tanıtıyor. Dolayısıyla merakı ve ilgisi olan herkes rahatlıkla okuyabilir. Ayrıca kitabın giriş kısmında kısaltmaların anlamlarını yazmaları (TÜRKPA: Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi gibi) da genel kültürü arttırmak ve de kitabın içindekileri daha rahat anlamak adına faydalı bir adım olmuş. 


Sözün özü, Orta Asya'nın Yükselen Yıldızı  Kazakistan'ı yeni kültürler tanımak ve ufkunu açmak isteyen herkese öneriyorum. Yazarları da verdikleri emek ve özenden dolayı kutluyorum. Dilerim başka kültürleri de inceler ve biz okuyucuları farklı dünyalarla buluştururlar. 

Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

11 Şubat 2021 Perşembe

Vefa

Bu yazımda Halil Kalkan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2018'de, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Vefa adlı kitaptan bahsedeceğim.


Halil Kalkan, ilk kitabı Hayat'da kendi yaşamını kaleme almış ve bu kitapla insanların beğenisini, ilgisini kazanmıştır. Halil Kalkan da gönül bağı kurduğu bu vefalı okurlarına ithafen Vefa isimli ikinci kitabını çıkarmıştır. 

Vefa, bir yazarın ilk kitabını çıkarma serüvenini detaylarıyla sunmakta. Yazar olmak isteyip de cesaret edemeyen ya da başka sebeplere sığınarak erteleyen insanlara ilham olacak bu kitap, yazar olmanın nasıl bir his olduğunu da samimiyetle hissettiriyor. 

İlk kitabını yazma sürecini samimi bir dille anlatıyor yazar. Dosyaya şifre koyup da kitap bitene dek kimseye okutmadığını, yaz tatilinde denize girmek yerine eline kalem kağıt alıp hamak içinde sallanarak kurgusunu tasarlayışını, akşamları artık televizyon ya da telefonda vakit geçirmek yerine uzun uzun kitabına vakit ayırdığını...  Velhasıl, hayali için hayat düzenini nasıl da değiştirdiğini okuyoruz. Bir işi kafaya koyup da yapmak istediğimizde hayatımızdaki bazı şeylerden feragat etmeyi de göze almalıyız çünkü biz bir değişime girmeden hayatımızın değişmesini, dolayısıyla da hayallerimizin gerçeğe evrilmesini bekleyemeyiz. Yazar da bunun farkında olarak kolları sıvamış ve hayalleri için gereken ne varsa yapmış. Bunu da şu motive edici sözleriyle özetliyor:

"Hayatınıza yeni bir şeyler eklemek istiyorsanız var olan şeylerin bir kısmını azaltmak veya bir kısmından vazgeçmek zorundasınız! Mevcut alışkanlıklarınızı değiştirmeden hayatınıza yeni bir şeyler ekleyemezsiniz. Tercihler, bazı şeylerden vazgeçmektir aslında..."

Kitabın yazılma aşamasını okuduktan sonra yayınevi ve basım sürecine geçiyoruz. Yazarın çok ince düşünen ve detaylara önem veren bir insan olduğunu beni şaşırtan şu detayla öğrendim: Kitabın fiyatının 14, 61 olarak belirlenmesi. Anlamı ne mi bu 14, 61'in? Bunu yazarın cümleleriyle açıklamak istiyorum sizlere:

"Öncelikle virgülden önceki iki rakamı açıklayayım: Buradaki 14 sayısı bu kitapta geçen 40 yıllık hayat hikayesinin ilk 14 yılının Trabzon'da geçtiğine ve araya virgül konarak da gerisinin başka yerde devam ettiğine işaret ediyor. Virgülden sonraki 61 sayısının düzden bakınca doğduğum şehir olan Trabzon'un plaka numarasını, tersten bakınca da yaşamakta olduğum Bursa'nın plaka numarasını (16) sembolize ediyor."

Bu ilk kitabın fiyat hikayesiydi. İkinci kitap olan bu kitabın fiyatı da 14.82 ve onun da ayrıca bir anlamı var. Merak ediyorsanız kitabı okuyup sonunda öğrenebilirsiniz. Bu da bir merak unsuru olarak gizli kalsın şimdilik.

Kitabın yazar tarafından ince ince düşünülmesiyle beraber basım süreci de sonlanıyor ve en büyüleyici, en heyecanlı ana, kitabın basıldığı aşamaya geliyoruz. Yazara gelen kitabınız basıldı haberi ile bizler de heyecanlanıyoruz. Bir yazar için bunun ne kadar müthiş bir his olduğunu okurken bariz bir şekilde hissettim.

Kitabın yazarın arkadaşları, ailesi, akrabası ve sosyal medyadan tanıdığı insanlar tarafından yoğun bir ilgiyle karşılanması hem yazarı hem de bizleri mutlu ediyor. Onca emek verilmiş, hayaller gerçek olmuş, üstüne bir de kitap kalplere dokunarak gaye yerini bulmuşsa daha ne olsun! 

Yazar, kendisine gelen okur mesajlarının çoğunu bizlerle de paylaşıyor. O mesajları okudukça benim gibi yazar olmak isteyen herkesin hevesleneceğine eminim. Öyle güzel ve içten mesajlar gelmiş ki Hayat'ı ben de epeyce merak ettim. Dilerim bir gün onu da okur ve burada yorumlarım.

Gelen onlarca güzel mesajlardan sonra bir başka büyülü ana, imza gününe geçiyoruz. Kitap fuarına hep okuyucu olarak giden Halil Kalkan ilk defa yazar olarak gidiyor ve o standa kitap almak için değil, kitabını imzalamak için geçiyor. Şehir dışından gelen okurlarını gördükçe de kalbi kıvançla doluyor. Gerisi heyecanla imzalanan kitaplar, gülümseyerek çekilen ve geleceğe hatıra olarak bırakılan fotoğraflar... 

Hayat anı biriktirmek ise Halil Kalkan yazar olarak hayatına şahane anılar ekledi diyebiliriz zira mutluluk veren o mesajlar ve imza gününden sonra bir de bir okurunun kendisini ve ailesini evine davet etmesi hayatın bir sürprizi daha oluyor. Sadece sosyal medyadan tanıdığı okuru ve annesi tarafından ailecek güzel bir şekilde ağırlanıyorlar. Bu da onun için unutulmaz anılar heybesine ekleniyor.

Vefa, bir yazarın hayalini gerçekleştirme hikayesi olmakla beraber yazar olmak isteyen herkese bir ışık tutacak, ilham ve motivasyon olacak şahane de bir eser diyebiliriz. Keyifle okuduğum bu kitaptan sonra ben de sığındığım bahanelerden kurtulacak ve yazarlık için adımımı atacağım. 

Vefa ile ilgili tek olumsuz yorumum bazen konu dışına çıkılıp yazarın hayatına ve siyasete girilmesi oldu. Kitabın konusu yazarlık süreci olduğu için bunların alakasız olduğunu düşündüm ve gereksiz buldum. Bunun dışında tam da bahsettiğim gibi içten, samimi, azimli bir yazarlık hikayesi bu... Yazar olmak isteyen herkese Vefa'yı öneriyor ve yazara biz okurlara ilham olduğu için teşekkür ediyorum.

Esen kalın.

                                                          Aleyna Uluç

10 Şubat 2021 Çarşamba

Gaspıralı İsmail Bey'in Türk Dünyasında Yenileşme Çabalarına Bir Örnek: Âlem-i Sıbyân Dergisi

Bu yazımda Akartürk Karahan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kasım 2020'de gerçekleşmiş olan Gaspıralı İsmail Bey'in Türk Dünyasında Yenileşme Çabalarına Bir Örnek: Âlem-i Sıbyân Dergisi adlı kitaptan bahsedeceğim.


Akartürk Karahan, 1906'dan 1915'e kadar haftalık olarak yayınlanan Âlem-i Sıbyân dergisinden günümüze kalanları derlemiştir. Âlem-i Sıbyân Dergisi, Rusya'da çıkan ilk Türkçe çocuk dergisidir ve bugün elimizde 1911-1912 yıllarına ait sayıları bulunmaktadır. Yazar, elindeki kaynaklarla bu kıymetli dergiyi incelemiş ve de içeriğini bizlere sunmuştur.

Kitabın ilk başlarında bu dergiyi çıkaran İsmail Gaspıralı'yı, onun düşünce yapısını, yeni usül eğitim sistemini tanıyoruz. İsmail Gaspıralı, çocukları ve gençleri çağdaş bireyler yapmayı, aynı zamanda onlara Türklük bilinci kazandırmayı gaye edinmiştir. İçeriği fazlaca geniş yelpazeli olan dergisinde de çocuklar için eğitici her şeyi yazar kadrosuyla beraber sunmuştur.

Mesela, "Çocuklara Öğütler" adlı bölümde kısa hikayelerle yalan söylemenin yanlış olduğu, ilim ve terbiye gibi konular anlatılmıştır. Bir çocuğa bir şeyi aşılamak istiyorsak onu doğrudan söylemek pek etki etmez. Çocuklar, yetişkinler gibi düz bakmazlar. Bu yüzden onları hikayelerle etkileyip istenen düşünceleri aşılamak daha kolay ve etkilidir. Gaspıralı da bunun farkında olarak dergide bolca hikaye sunmuştur.

Çocuklara medeniyeti çok güzel ve doğru noktalarla anlatan şu cümleleri sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Medeni insanın tılsımı elindeki kalemi ve kağıdıdır. Medeni insanın baş vazifesi okumak ve mutlaka yazmak. Elinde bu iki silah oldu mu hiçbir dakikasını boş geçirmeyerek çalışmak, gözü önünde bılunan mahlukat hazinesinden daima servet ve baylık [zenginlik] çıkarmak, faydalanmak. Daha büyük vazifesi her işin başında düşünmek ve ölçmektir. Medeni insan bir iş tuttuğu ve yapacağı vakit kendi kendine bir defa "Ne için böyle yapıyorum?" diye sorar."

Bu kıymetli sözlerin yanı sıra atasözleri de eşlik ediyor dergiye. Bilmeceler sorulması ve çocukların mektup yollayarak cevaplar vermesi de şahane bir etkinlik. Doğru cevap veren çocukların ismi dergide yer alıyor. Ayrıca çocuklar için oyunlar önerilmesi ve anlatılması da onları ders dışı aktivitelerde de yararlı oyunlar oynamaya teşvik ediyor. Tek başına oynanacak oyunlar, arkadaşlarla oynanacak oyunlar derken birçok güzel oyun öneriliyor.

548 sayfadan oluşan bu kitapta o dönemin çocuklarının nasıl eğitildiğine şahit oldum ve söyleyebileceğim şey şu ki, müthiş bir özen ve bilinç söz konusu. O dönemin çocukları adına çok mutlu oldum çünkü zihinlerini harikulade bir şekilde çalıştırmışlar ve gerçekten de çağdaş, kültürlü bireyler olmaya hazırlanmışlar. Bunu sağlayan, çocuklara kıymet veren ve yeniliklere öncü olan İsmail Gaspıralı ile de onur duydum. Çok idealist bir insan. Aynı zamanda, bizleri bu yıllar önceki dergiyle tanıştıran Aktürk Karahan'a da çok teşekkür ediyorum. Özenle, emekle uğraştığı bariz olan bu kitap birçok kişiye ışık olacak.

Kitabı herkese, bilhassa da eğitimcilere öneriyor ve yazara başarılarının devamını diliyorum. 

Esen kalın.

                                                     Aleyna Uluç