31 Aralık 2020 Perşembe

Mavili Gülüşler

Bu yazımda Filiz Güler Polat'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kasım 2019'da, Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Mavili Gülüşler adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Filiz Güler Polat,
bir deneme kitabı yazarak renkli ve umutvari kişiliğini cümlelerine aksettirmiştir. Her biri yaklaşık bir sayfa olan denemeleriyle okuyucuya olumlu duygular yaşatmayı gaye edinmiştir.

80 sayfadan oluşan bu kitabı okurken bir an olsun sıkılmadım ve içimdeki pozitif enerji arttı hatta bir sayfayı okurken durup dakikalarca hayallerime daldığım, sonrasında okumaya devam ettiğim bir an dahi yaşadım. Sizde de benzer bir hissiyatın oluşacağını tahmin ediyorum. 

Yazarın kalemini duru ve akıcı buldum. En güzeli de kelimelerine duygularını içtenlikle yansıtması ve bunu okuyucuya da hissettirmesi... 

"Gökyüzünün naif vücudunda geziyorum yine bu sabah. Gidenleri, kalanları bir kez daha selamlıyorum umarsızca... Evet, hala delirmedim maalesef, aklım hala yerinde.  Gökyüzüne en son ne zaman baktın? Ya da dur şöyle sorayım, en son ne zaman bir maviye bakıp hayal kurdun? Hayatın neresinde yaşadığını hiç sordun mu kendine? İyi ki yaşıyorum dedin mi? Ya da şöyle diyelim, hiç huzurla nefes aldığını hissedebildin mi? En son hangi durakta inip keyif için yürüdün? Ya da kahveni yudumlarken anılarını değil de kahvenin hazzını en son ne zaman tattın?"

Basit gibi görünen bu sorular aslında üzerine uzunca düşünüp sorgulamamız gereken şeyler çünkü o küçümsediğimiz, geçiştirdiğimiz şeylerdir aslında yaşamak. Koşuşturmalar içinde durup anın tadını çıkarmak, anlamını, hissini yorumlamak... Yazar da güzel cümleleriyle bizlere bunları hatırlatıyor, omzumuzdan usulca tutup bizi geçmişten, zihnimizdeki hengamelerden çekip ana getiriyor. Bir silkeleniş hali aslında bu kitap....

"Kendini asla boşlama. Önce kendin, sonra başkaları... Önce kendini mutlu etmeyi öğren, sonra da başkalarının mutlu olmalarını izle. Mesela ben her sabah müzikle uyanırım hatta şu an en sevdiğim şarkı çalıyor. Güne güzel başlamamızı sağlar, öyle değil mi? Bir iki ayak hareketiyle hazırlanmak çok da mutlu eder beni. Sen de yapmalısın, mesela yarın sabahki işin bu olsun. Aç şöyle güzel bir müzik ve onunla hazırlan gününe, nasıl enerjik olacaksın anlatamam. Neden hayatı hep geç kalınmış halde yaşıyorsun ki? Kendinden başka neyin var bu hayatta?"

Bu ve benzeri paragraflar motivasyon konusunda da bizlere ışık tutuyor. 

Sözün özü, oturup bir soluklanmak, kahvenizi keyifle yudumlarken kitap okumak istiyorsanız Mavili Gülüşler'i seve seve öneriyorum. Yazara da bu pozitif bakış açısını sürdürdüğü ve yazmaya devam ettiği bir ömür diliyorum.

Esen kalın.

                                                          Aleyna Uluç

30 Aralık 2020 Çarşamba

Film Şeridi

Bu yazımda Halit Yılmaz'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde, Şubat 2017'de gerçekleşmiş olan Film Şeridi adlı kitaptan bahsedeceğim.


Halit Yılmaz, Film Şeridi'nde sosyal bir konuyu ele almış, ataerkil zihniyetin nelere yol açtığını etkili bir şekilde okuyuculara sunmuştur. Kitabın konusunu açmak gerekirse ailesini ve memleketini arkasında bırakmak zorunda olan Zeliha ve bu olaya neden olan herkes ve de her şey anlatılıyor denebilir.

Kitaba dair en sevdiğim şeylerden biri yazarın müthiş anlatımı oldu. Betimlemeler o kadar detaylı ve gerçekçi ki okuduğunuz her cümle zihninizde kolaylıkla canlanıyor; kendinizi orada, yer yer Viranşehir'in köyünde, yer yer Kız Kulesi'nde buluyorsunuz. Eski yazarlarımızı aratmayan bu kitapla edebi zevke ulaşıyorsunuz.

Bir diğer sevdiğim şey ise karakterlerin gerçekçi ve detaylı bir şekilde tasarlanması oldu. Babanın ezikliği, annenin pasif hali, dedenin dağları aşan kibri ve daha nicesi okuyucuya geçmekte. Ne düşündükleri, ne hissettikleri ve hatta tüm bunların vücut dillerine nasıl yansıdığı başarılı bir şekilde kaleme alınmış. Bu da yazarın psikolojiye ilgili bir insan olduğunu düşündürdü bana. Öte yandan erkek egemen zihniyetin konu edilmesi ve tüm yanlış algıların gösterilmesiyle de sosyolojik bir yönü var kitabın. Toplumun yapısı incelenmiş ve öğreticilikle anlatılmış.

"İşte babası Ferhat'a dedesinden gelen bu anlayışın bir türevi ile çıkışmıştı. Kız kısmı okusa ne olacaktı, ne gerek vardı tahsile? Nasılsa onların kendi hayatları için tercihleri olmayacaktı ki! Nasılsa hayatlarının çizgisini çekmeye çalışmayacaklardı ki! Aile büyükleri ne derse o film oynanacaktı, şeritten o senaryo akacaktı."

Kitabın bu edebi yanlarının dışında heyecanlı olduğu gerçeğine de değinmeden olmaz. Bir film gibi okuyucuyu içine çeken ve "Acaba ne olacak?" sorularıyla sayfaları çevirten bu kitabı hiç sıkılmadan, aksine büyük bir zevkle okuyacağınızı tahmin ediyorum. 


Toplumu ele alan, topluma faydası olan kitapları her zaman ayrı bir yerde tutan bir okur olarak Film Şeridi'ni herkese öneriyorum. Yazara da kalemin elinden düşmediği bir ömür diliyorum.
   
                                                 Aleyna Uluç

24 Aralık 2020 Perşembe

Elf-a Güç

Bu yazımda Dilara Mucuk'un kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2020'de gerçekleşmiş olan Elf-a Güç adlı kitaptan bahsedeceğim.


Dilara Mucuk, 12 yaşında çıkardığı ilk kitabı olan Mavi Taşın Gücü'nden sonra yazma çalışmalarına devam etmiş ve çok kısa bir zaman önce Elf-a Güç'ü çıkarmıştır. Elf-a Güç, içinde fantastik ögeler barındıran sürükleyici bir kitaptır. Kitap, ismini Elf Arkadaşlık Güç kelimelerinden almıştır. İsmin kitap için en uygun isim olduğunu, ayrıca kapağın da göz zevkime fazlasıyla hitap ettiğini belirtmek istiyorum.

Üniversiteli dört kız arkadaşın bilim projesi için bir zaman makinesi icat etmesi ve zaman makinesini deneyecekleri gün bir aksilik çıkmasıyla bin bir türlü macera başlar. İnsan, elf ve vampirlerin bulunduğu geniş evrende bizleri epey heyecanlı bir yolculuk beklemektedir.

Kitabın anlatım dili şu ana kadar okuduğum en akıcı dillerden biriydi. 250 sayfayı bir sayfa dahi sıkılmadan okudum. Betimlemeler olay odaklı, fantastik bir kitap için oldukça yeterli. İlk sayfalarda yer yer az olsa da ilerleyen sayfalarda tam kıvamında oluyor ve bu detay da gözünüze çarpmaktan çıkıyor. Yazım ve noktalama kurallarına da dikkat gösterilmiş.

Kitabın ana karakter sayısı fazla ve her karakter birbirinden farklı. Bu farklılıklar başarılı bir şekilde tasarlanıp kaleme alınmış. Öyle ki artık hangi karakterin hangi duruma ne gibi bir tepki vereceğini ön görebilir hale geliyorsunuz, bu durum da karakterleri benimsemenizi sağlıyor. Elçin, Derin, Betül, Turgut ve dahası... Hepsi keyif halinde okuduğum karakterler oldu. 

Kitabın olay örgüsü beni kendine hayran bıraktı. Özensiz, sanki üzerine sadece iki dakika düşünülüp yazılmış kitapları sevmeyen biri olarak bu kitabı büyük bir beğeniyle okudum. Sadece fantastik evrenle bile gayet yaratıcı bir kitapken başka olaylar da tasarlanması, Elçin'in müzik hayatı gibi olayların sunulması bana yazarın çok yaratıcı bir zihni olduğunu gösterdi. Sadece kitabın sonunun biraz daha farklı bitmesini isterdim ama yine de başarılı olduğu gerçeği yadsınamaz. 

Bu güzel kitabı okumak beni çok hoşnut etti. Gönül rahatlığıyla hepinize okumanızı tavsiye ediyorum. Genç yazar Dilara Mucuk'a da yazı hayatında başarılar diliyorum. Esen kalın.

                                                                                                                 Aleyna Uluç

23 Aralık 2020 Çarşamba

Hayata Olumlu Bak

Bu yazımda Eşref Bolukçu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2019'da gerçekleşmiş olan Hayata Olumlu Bak adlı kitaptan bahsedeceğim.


Eşref Bolukçu
; aile, çocuk eğitimi ve kişisel gelişim üzerine çalışmalar yapan bir psikolojik danışmandır. Bu kitabı dışında Hayata Sevgiyle Bak, Sevgi Diliyle Çocuk Eğitimi, Başarı Seninle Başlar, Çocuklara Sevgi Diliyle Allah'ı Anlatmak isimli dört kitabı daha vardır. 

İlk kitabı olan Hayata Olumlu Bak kitabında isminden hareketle hayata nasıl olumlu bakabileceğimizi anlatmıştır. Tabii bundan önce kitabın başında stres ve kaygı konusu detaylı olarak ele alınmıştır. Kişiliğimizin değişip değişmeyeceği ve kendini tanıma gibi konularla okuyucuya farklı bir bakış açısı kazandırılmıştır.

"İnsan gerçekte büyük bir yanılgı içinde yaşamaktadır. Bu yanılgı, kişisel tarihinin sona erdiğine inanmasından kaynaklanır. Bu yanılgı, olmak istediğimiz ve bundan sonra da hayatımızın sonuna kadar olacağımız kişi olduğumuz yanılgısıdır."

Kitabın anlatım dili anlaşılır ve akıcı, bu yönüyle herkese hitap ettiğini düşünüyorum. Yer yer ünlü düşünürlerden alıntılar yapılması, konuya ilişkin makale ya da örnekler sunulmasıyla da içerik pekiştirilmiş ve başarılı bir motivasyon kitabı ortaya çıkarılmış. En sevdiğim yönü ise klasikleşmiş motivasyon kitaplarındaki "Sen harikasın, mükemmelsin" söylemlerinin dışına çıkılarak konuların psikolojik bir şekilde işlenmesi oldu. 

"Kişinin kendini tanımlama mekanizmaları ve etiketleri vardır. Tamamlayıcılar, kendi başlarına kötü değildirler ancak zararlı şekilde kullanılabilirler. Etiketleme eyleminin kendisi gelişim için engel teşkil edebilir. Birey, etiketine göre yaşamak zorunda olduğunda kendini engellemeye başlar. Kendinizi gelişme potansiyeliniz yerine etiketlerinizle tanımlarsanız benliğinizi reddersiniz. Kendinize yapıştırdığınız tüm etiketler geçmişinizden gelir."

Kitabın hem psikolojiye dayanması hem de anlatımının yalın olması büyük bir avantaj çünkü küçükten büyüğe herkes okuyup anlayabilir. Ayrıca sadece sorunlardan bahsetmemesi, o sorunları nasıl çözeceğimizi detaylı bir şekilde öğretmesi de kitabı başarılı kılan başka bir etken. Kitabın son sayfalarında stres için nefes egzersizleri, dinlenme egzersizleri gibi egzersizler dahi anlatılmış. Dileyen bunları okuyup uygulayabilir.

Kısacası Hayata Olumlu Bak hayata bakış açınızı daha olumlu kılacak ve size bir şeyler katacak bir eser. Herkese, bilhassa bu tarz kitapları okumayı sevenlere gönül rahatlığıyla öneriyorum. 

Yazara hem psikoloji çalışmalarında hem de yazı hayatında başarılar diliyorum. Esen kalın.

                                                       Aleyna Uluç





18 Aralık 2020 Cuma

Öğretmenler ve Ebeveynler İçin Yaratıcı Okuma Yaratıcı Yazma Etkinlikleri

Bu yazımda Burcu Hızır'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Nisan 2018'de gerçekleşmiş olan Öğretmenler ve Ebeveynler İçin Yaratıcı Okuma Yaratıcı Yazma Etkinlikleri adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Burcu Hızır,
büyük bir tutkuyla yaptığı öğretmenlik mesleğinde kalıplaşmış eğitim anlayışından sıyrılarak çocukların yaratıcılığını geliştirmeyi amaç edinmiştir. Bu gayesini yazıya da dökerek öğretmenlere ve ebeveynlere rehberlik edecek bir kitap yazmıştır.

Kitap, yaratıcı okuma ve yaratıcı yazma olarak iki bölümden oluşuyor ama bu bölümlere giriş yapmadan önce yaratıcı okumanın ne olduğunu bilmemiz için yerli ve yabancı kaynaklardan bilgi aktarımı yapılmıştır. Bu detay, kitabın daha iyi anlaşılması için mantıklı olmuş. 

Yaratıcı okuma bölümünde çocuklarla yapılacak okuma etkinlikleri var. Şimdi sizi alıp biraz okul yollarınıza götürmek istiyorum. Bilhassa ilkokula, ortaokula... Öğretmenlerinizin eline ders kitabını alıp bir hikaye okuduğunu, sonrasında aynı hikayeyi sınıfın içinden birkaç öğrenciye de okuttuğunu hatırlıyorsunız değil mi? Hatta bu hikayeler hakkında birkaç basit soru da sorulur, cevaplanırdı. Peki bu okuma etkinliklerini çok daha yaratıcı, eğlenceli ve aynı zamanda çoğu becerilerinizi geliştirecek bir seviyeye taşıyamaz mı öğretmenler? Elbette ki taşıyabilir. Burcu Hızır da öyle yapmış ve bu etkinlikleri bizlerle de paylaşmıştır. Bu etkinlikleri biraz açmak adına örnekler vermek istiyorum.

Mesela okunacak kitabın başlığını söyleyip "Bu kitapta neler okuyacağız?" diye sorarak çocukların tahmin yürütmeleri sağlanıyor. "Fare kocaman olsaydı, Ayşegül küçücük olsaydı neler olurdu?" diye sorularak olayları tersine düşünme becerisi kazandırılıyor. "Şimdi bu hikayeyi eğlenceli hale getirelim." denerek komikleştirme ile hem eğleniyorlar hem de hepsinde olduğu gibi yine yaratıcı yönlerini kuvvetlendiriyorlar. Bu gibi daha nice örnek var var kitabın içinde.

İkinci bölüm olan yaratıcı yazma bölümünde ise çocukların yazması için konular verilmiş ve boşluklar bırakılmıştır. Mesela bir sayfaya "Hayatında en çok korktuğun anı kısa bir paragraf şeklinde yaz." denilmiş, sonraki sayfada "Şimdi bu kısa anıyı komikleştirerek tekrar yaz." denilmiştir. Bundan sonraki iki sayfada da bu anıyı daha da korkunçlaştırıp sonra da üçüncü ağızdan basitleştirerek, yani aslında hiç korkunç bir şey değilmiş gibi yaz denmiştir. Bu etkinlik, yazma etkinlikleri arasından en sevdiğim oldu.

Kapağı cıvıl cıvıl, içi de bir hazine kadar değerli olan bu kitabın her evde olması gerektiğini düşünüyorum çünkü bir öğretmen ya da anne-baba olmasak bile hepimiz çocuklarla az ya da çok, bir şekilde vakit geçiriyoruz. İşte bu vakitlerde çocuklarla doğru bir iletişim kurmak için bu kitabı okumalıyız. 

Yazarı böylesine faydalı bir kitap yazdığı için gönülden kutluyorum ve hem öğretmenlik hem de yazarlık hayatında başarılar diliyorum.

Esen kalın.


                                                      Aleyna Uluç

17 Aralık 2020 Perşembe

Teoriden Pratiğe Neslin Eğitimi

Bu yazımda İrfan Ertav'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2015'de gerçekleşmiş olan Teoriden Pratiğe Neslin Eğitimi adlı kitaptan bahsedeceğim.

İrfan Ertav, onu aşkın kitaba imza atmış bir yazardır. Yıllardır büyük bir arzuyla yaptığı eğitmenliğinde birçok başarıya da ulaşmıştır. Teoriden Pratiğe Neslin Eğitimi'nde de iyi bir eğitim üzerine bilgilerini sunarken öğretmenlere, ebeveynlere ve hatta öğrencilere yol göstermiştir.

Kitaba dair en sevdiğim şey, istisnasız her sayfada okuyana bir şeyler katması oldu. Eğitim üzerine öyle güzel noktalara dokunulmuş ve tespitler yapılmış ki katılmamak elde değil.

"Sekizinci sınıfa gelmiş ve artık lise öğrenimine karar verme aşamasındaki çocuğumuza soruyoruz. Ne/nereyi istiyorsun?

Fen Lisesi!

Sosyal Bilimler Lisesi!

Anadolu Lisesi!

Proje Okulları!

Anadolu Meslek Lisesi!

Çocuk ben bilmiyorum diyor. Niçin? Niçin sizce? Zahmet buyurmayın, söyleyeyim. Çünkü birey 14 yaşına gelene kadar evde anne-baba ve diğerleri, okullarda öğretmen ve idareciler olarak bizler o kadar çok yapma/etme olumsuz emir kipi kuruyoruz ki! Ne kadardır toplamı mesela? 100! 1000! 10000! Hayır yarenler, tam 146.000 defa yapmayın/etmeyin (edebiyat tarama sonucu) dediğimiz bireylerimize, çocuklarımıza sekizinci sınıfın sonunda karar ver, yap/et diyoruz. Yıllarca kendine olan özgüvenini budadığımız bireylerin birkaç dakikada özgüveninin tavan yapmasını bekliyoruz."

Bu paragrafta fazlaca haklı olduğu bir konuya değinmiş yazar. Toplumumuzdaki çocuk yetiştirme sorunlarının en büyüklerinden biri de bu bence, bazen çocuk gibi, bazen de yetişkin gibi davranmasını istemek... Bu hal çocuğun dengesini şaşırtıyor. Oysa çocukluğundan beri yerinde olacak şekilde bazı kararlar çocuğa bırakılsaydı on dört yaşına gelmiş olduğunda ne istediğini daha iyi bilirdi. 

Kitabın içinde sadece eğitim üzerine değil, genel olarak toplumu ilgilendiren başka konular üzerine de çok güzel noktalara parmak basılmış. Bunların hepsi erdemli bir insan olmayı vurguluyor. Benim de hayatımdaki amaçlarımdan biri bu olduğu için o sayfaları okumak da bir hayli keyifli oldu.

Teoriden Pratiğe Neslin Eğitimi'ni okurken sıkılmanız mümkün değil çünkü içinde öğretmenlerin öğrencilerine uygulaması için etkinlik örnekleri, hepimizin beğeneceği anlamlı sözler, ilgi çekici tablolar, örnek hikayeler ve dahası mevcut. Haliyle 180 sayfalık bir kitapta bu kadar bilgi edinmek insanı hoşnut kılıyor. 

Kitabın anlatımına gelecek olursak kesinlikle çok profesyonel bir anlatım olduğunu söyleyebilirim. Yazarın küçüklüğünden beri kitaplarla haşır neşir olduğu kaleminden de bariz bir şekilde belli oluyor. Ayrıca araştırmacı kişiliğiyle de hepimizi ilgilendiren bazı bilgileri bizlerle paylaşmış. Mesela, ABD öğretmenlerinin 1940'lı yıllarda ve 1990'lı yıllardaki şikayetlerinin arasındaki farkı gösteren tablo beni çok şaşırttı.


Kitabın içeriğinde bunun gibi daha nice bilgi bulunmakta. Sözün özü, gerçekten dolu dolu, merak içinde okumanızı sağlayacak ve hayat kalitenizi arttıracak bir kitap. Herkese tavsiye ediyorum çünkü eğitim hepimizi alakadar eden bir konu. Bu konu üzerine ne kadar gelişirsek içinde bulunduğumuz toplumu, yaşamı da o kadar geliştirip geleceğe tohumlar ekmiş oluruz. Bu sebeple okuyun, okutturun diyorum.

Yazara hayatındaki başarıların devamını diliyorum. 

Esen kalın. 

                                                   Aleyna Uluç
 

16 Aralık 2020 Çarşamba

Altaylardan Tanrı Dağı'na Göktürkler

Bu yazımda İlker Batu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ağustos 2019'da gerçekleşmiş olan Altaylardan Tanrı Dağı'na Göktürkler adlı kitaptan bahsedeceğim.

İlker Batu, ilk kitabında tarih kategorisini seçmiş ve tüm tarihseverlerin ilgisini çekebilecek bir kitap yazmıştır. 

Kitabı yorumlamaya önce kapağıyla başlamak istiyorum. Bence kapak tasarımı oldukça başarılı, hiçbir eksiklik yok. Seçilen renkler, yazı tipleri ve görsel konuyla bağdaşmakta, bir o kadar da göze hitap etmekte. Keza kitabın isminin de doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum, her ikisi de kitabı okumadan önce tanımamıza olanak sağlıyor. 

Kitabın içeriğine gelecek olursak eğer okuyacaklarınızın gerçek olayların yazar tarafından kurgullaştırılarak kaleme alındığını bilmelisiniz. Bana sorarsanız bu büyük bir başarı çünkü var olanı direkt sunmak yerine kendi hayal gücünüzü katıyor ve cesaret göstererek okuyuculara sunuyorsunuz. Bunu yaparken temeli oluşturan gerçeğin atmosferini de doğru yansıtmanız gerekiyor ki yazar o savaş ortamını gayet iyi aktarmış. O dönemde kullanılan kelimeleri, eşyaları ve dahasını betimleyerek kitaba gerçekçilik kazandırmış. Ayrıca anlatım biçimi de oldukça sürükleyici ve başarılı. 

"Umutsuzluk intihardır Hanlı Beg! Umutsuzluk hayatı bitirir. Sadece sizin değil, sizlere umut bağlamış bu kadar budunun hayatını da bitirir. Sizler bu kadar budunun beglerisiniz. Sizlerin umutsuzluğa düşmesi bu buduna yaptığınız büyük bir ihanet olur. Şimdi eğer ki hala umutsuzum diyen varsa hemen pusatlarını bırakıp Aşina topraklarını terk etsin. Aşina'da mutsuz beglere asla yer olmayacak! Türk umutsuz olamaz! Tek de kalsa içinde hala tüm bu cihanı ele geçirecek umudu olmalı!"

Bu cümleler altını çizdiğim yerlerden biriydi. Bir başka alıntıyı ise kitabın içindeki kopuzcunun ağıtından yapacağım. 

"Bir sözü ile kurtlar ulurdu

Begin heybetinden düşman dururdu,

Aşina onunla huzur bulurdu,

Toprağımda bir Beg kurudu."

Kitabın içinde başka ağıtlar da var ki onlar da gerçekten çok başarılı.

Son sayfalarda ise Kül Tigin Yazıtı'nın fotoğrafı ve Göktürkçe yazılar bulunmakta. Bu da konuyla ilgilenen kişilerin ilgisini celbedecek bir durum.

Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim herhangi bir durum yoktu. Özenli anlatımıyla, sürükleyiciliğiyle gerçekten başarılı bir kitaptı. Yazarı başarısı için kutluyor ve yazı hayatında ilham diliyorum.

Esen kalın.

                                                     Aleyna Uluç



11 Aralık 2020 Cuma

Gümüş Şehir

Bu yazımda Tuğba Karakuzu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Mart 2020'de gerçekleşmiş olan Gümüş Şehir adlı kitaptan bahsedeceğim.

Öncelikle kitabın ismini ve kapağını ele almak istiyorum. Yazar, kitabın ana mekanı Gümüşhane olduğu için Gümüş Şehir hitabını seçmiştir. Bu isim, kitabın içinde karakterimiz Tevfik tarafından sıkça dile getirilmektedir. Güzel bir isim seçimi olduğunu düşünüyorum. Kapağa gelirsek eğer gerçekten çok beğendiğimi söylemeliyim. Büyüleyici görünüyor.

Romanımız eski zamanların naifliği ile başlayıp sonrasında günümüze taşınıyor. Mektuplarla başlayan ve hepimizi büyüleyen bir aşktan acılara doğru usul usul sürüklenirken aşk, vicdan ve pişmanlıklar haylice sorgulanıyor. Yapılan bir hatanın nelere gebe olabileceğini, insanı nasıl buhranlara sürükleyeceğini görüyoruz aslında. 

Kitapla ilgili en sevdiğim husus geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyarak okuyucuyu meraklandırması oldu. Bir sayfada geçmişteki Tevfik ve Betül'ü okurken bir sonraki sayfada geleceği okuyup "Acaba neler oldu böyle?" diyorsunuz ve merak içinde çeviriyorsunuz sayfaları. 

Yazarın anlatım diline gelirsek gayet akıcı ve güzeldi. Özellikle de mektup kısımları çok hoştu.

"Güzel Betül,

Mektubunu aldığımdan beri adını sayıklıyorum. Yüz kere, bin kere Betül diyorum. Betül, Betül, Betül... Ne güzel bir isim. Betül saf, temiz demektir. Senin gibi, seni anlatan bir ismin varmış meğer. Bana bir dahaki mektubunu kısa tutma. Bırak cümlelerin kötü olsun, önemli değil. Ben yazdığın her kelimeye dokunuyorum. Elinin değdiği her harfin, cümlenin kötü olması mümkün mü?"

Kitabın son sayfalarındaki anlatım dili özellikle daha da hoşuma gitti. Konağın tasvirleri ve Barbaros ile Yıldız'ın kardeşliği canlı bir dille aktarılmış. Mekan, karakterler, duygular... Her şey zihnimin içinde canlılıkla belirdi. 

Kitabın bir diğer sevdiğim yanı ise elbette ki verdiği mesaj oldu. İhanet konusunu meşrulaştırmak yerine insanın kalbini irinlerle doldurup hayatını zehrettiğini göstermesi takdir etmemi sağladı. Bu gibi yapıtların çoğalmasını isterim. İnsanların kötülüğü normalleştirilmesi korkunç bir durum çünkü.


Gümüş Şehir ile ilgili olumsuz yorum yapabileceğim tek şey Barbaros ve Elif'in aşkının aşırı hızlı gelişmesi oldu. Sanki oldu bittiye getirildi her şey. Kitap için çok önemli bir olay sayılmaz ama yine de dikkatimi çekmedi değil. Bunun dışında her şey güzel ve olması gereken şekildeydi. Bu başarılı eser için yazarı kutluyor ve yazarlık hayatını hep sürdürmesini diliyorum.

Esen kalın.

                                               Aleyna Uluç

9 Aralık 2020 Çarşamba

Maacir Kızı Şimal

Bu yazımda Asuman Şemsi'nin kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Mayıs 2020'de gerçekleşmiş olan Maacir Kızı Şimal adlı kitaptan bahsedeceğim.

Asuman Şemsi, daha önce Kalpte Dört İşlem isminde bir deneme kitabı çıkarmıştır. İkinci kitabı Maacir Kızı Şimal ise oldukça etkileyici bir romandır. 

Maacir Kızı Şimal, ana karakterimiz olan Şimal'in anne ve babasının hayatını öğrenme hikayesiyle başlıyor. Ali ve Gelincik'in etkileyici aşk hikayesinin mutsuz bitmesi gelecekte kızları Şimal'in hayatını da etkiliyor çünkü o anne ve babasının yokluğunu iliklerine kadar hisseden küçük bir kız çocuğu aslında. İleride büyüyüp doktor olduğunda dahi içinde hep bir acı ve eksiklik oluyor, anne ve babasına tutunarak yaşıyor. Onların hikayesinin peşine düşmesiyle gelişen olaylar ise kimi zaman hüzünlendirken kimi zaman ise mutluluğa kapı açıyor.

Bu kitapta en sevdiğim şey öğretici tarafının ağır basması oldu. Gerek geçmiş zamanlar anlatılırken okuduğumuz sığ zihniyetler, gerekse Şimal'ın hastaları vesilesiyle okuduğumuz benzer hikayelerle devir değişse de kafa yapılarının aynı kaldığını görüyoruz. Bu olayı da en iyi kitaptaki şu cümle özetleyebilir:

"Sakın ha hangi devirdeyiz deme, değişen devir değil insan olmalı."

Kadınlara yapılan gerek psikolojik gerekse fiziksel şiddetleri yan karakterler vesilesiyle okurken tüm bu olaylara karşın Şimal'in sessiz kalmayışını ve yardım edişlerini görüyoruz. En güzeli de sadece Şimal'in değil, kitaptaki çoğu karakter yardımsever ve mücadeleci olması. Kelebek etkisi misali yapılan ufak bir iyilikten öyle güzel mucizeler doğuyor ki insanın içinde umut tohumları yeşeriyor. Böyle şeyler okumayı ve izlemeyi çok seven biri olarak Maacir Kızı Şimal benim için özel kitaplardan biri oldu. 

Kitabın karakterlerinin çok olması ve her karaktere ayrı ayrı değinilmesi de en sevdiğim hususlardan biriydi. Yağız, Şimal, Arda, Asya, Tuğrul, Hare... Hepsi okuması keyifli, birbirinden güzel karakterlerdi. 

Kitabın anlatımına gelirsek beni hiç sıkmadı, keyif halinde okudum. Anlatım dili güzeldi, altı çizilesi cümleler ile okuma zevkini katlıyordu. Bir iki yerde kullanılan fotoğraflar ile de görsellik açısından hoş görünüyordu. Görsellik konusu açılmışken kapağın da çok minimal ve hoş olduğunu söylemek istiyorum. Beyaz bir kapak üzerinde gelincik çiçeği ve kabartma yazılar... Sade ve ince detaylı kapağıyla elime alır almaz beğenimi kazandı.

Burada az önce bahsetmiş olduğum fotoğrafı görmektesiniz. Kız Kulesi ve naif cümleler ile en sevdiğim kısımlardan biri.

Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim tek şey Şimal'in bazı yerlerde duygusallığının fazla olduğunu düşünmem oldu. Bunun nedeni ise bir doktorun daha soğukkanlı olması gerektiğini düşünmem. Tabii meslek ile kişilik doğrudan uyumlu olmuyor ama bazı yerlerde duygularına fazlaca esir yaşadığını hissettim. Duygusal ve duyarlı Şimal'ı yine okusaydık fakat geçmişine bir tutam daha az takılı kalsaydı diye düşündüm. 

Bunun dışında kitabı çok beğendim ve keyifle okudum. Öğretici, insana umut veren ve aynı zamanda duygulandıran bir kitap okumak istiyorsanız kesinlikle Maacir Kızı Şimal'i okumalısınız. 

Yazara kalemiyle umut olmaya devam ettiği bir ömür diliyorum. Sizler de her zaman umudunuzu diri tutun. Esen kalın.

                                              Aleyna Uluç

                                              Halkalı - 2020

                                                           

4 Aralık 2020 Cuma

Cehennem Kayıkçısı

Bu yazımda Ergin Uygun'un kaleminden çıkmış,  ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Şubat 2019'da gerçeklemiş olan Cehennem Kayıkçısı adlı kitaptan bahsedeceğim.

Ergin Uygun, şimdiye dek iki eser ortaya koymuştur. İlk kitabı olan Kalbimin Nakkaşı'nda adı bilinen ilk Türk şair Aprın Çor Tigin'i işlemiş ve bu açıdan alanında bir ilk olmuştur. İkinci kitabı olan Cehennem Kayıkçısı'nda da mitolojilerden, surelerden, tarikattan, efsanelerden ve halk kültüründen yararlanarak yine alanında bir ilke imza atmıştır. 

Cehennem Kayıkçısı gerek ismiyle gerek de kapağıyla okurların ilgisini çekebilecek bir kitap. Romanı okumaya başladığım ilk andan son cümlesine dek de ilgimi koruyan bir eser oldu. Zengin içeriği ve sürükleyici anlatımıyla sıkılmanızı büsbütün engelliyor. 

Yazarın anlatım dili çok kuvvetli ve başarılı. Betimlemeleri o kadar canlı ki adeta bir film izliyormuşsunuz hissiyatı yaratıyor. Şu ana dek okuduğum en iyi kalemler arasına girdi. Zaten kitabı bitirip diğer kitabının ismini gördüğümde "Aa ben bu kitabı okumuştum." dedim içimden. Yazarın ilk kitabı olan Kalbimin Nakkaşı'nı iki üç yıl önce okumuş ve o zaman da yazarın kalemini çok beğenmiştim. 

Kitapta geçen mekanların hepsi gerçektir fakat karakterler ve başından geçen olayların çoğu bölgeye göre tasarlanmış kurgulardır. Yazarın romanı yazmadan önce epey araştırma yaptığı kitap boyunca okuduğunuz tüm detaylarda belli oluyor. Her şey gerçekmiş hissi verecek şekilde anlatılmış. Verdiği tüm bu özen için yazarı kutluyorum. 

Kitaba dair sevdiğim bir detay da her bölümün başında bölüm içindeki bir alıntının bulunması oldu. Bölüm içinden çarpıcı ve merak uyandırıcı bir alıntının başa konulmasıyla "Acaba ne olacak da bu cümle kurulacak?" diyor ve merak ederek okuyorsunuz.

Elinizden düşürmeden okuyacağınız ve kalemiyle sizi büyüleyecek olan bu eseri okumanızı tavsiye ediyorum. Vatan aşkını, savaşçı ruhları ve eski dönemleri mitolojik açılarla beraber ele alan yazarı başarısı için tebrik ediyorum. Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim herhangi bir şey olmadı. İmla kurallarından tutun tüm detaylara kadar özenli bir işti. 

Bir sonraki kitap yorumunda buluşana dek esen kalın.


                                                    Aleyna Uluç

                                                      Halkalı - 2020


2 Aralık 2020 Çarşamba

Odadaki Sessizlik

Bu yazımda Cumhur Demirkılıç'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2019'da gerçekleşmiş olan Odadaki Sessizlik adlı kitaptan bahsedeceğim.

Cumhur Demirkılıç daha önce bir anı kitabı ve bir de şiir kitabı çıkarmıştır. Üçüncü kitabı olan Odadaki Sessizlik ise aşkı ele alan bir romandır. 

Kitapla ilgili yorumlarıma başlarken ilk önce kitabın ismini ele almak istiyorum. Bana melankolik bir izlenim verdi bu isim. Romanımızın ana karakterlerinden olan Ozan'ı çağrıştırıyor gibi. Uyumsuz diyemem ama sanki daha farklı bir isim konmalıydı. Aşkı ya da karakterin yalnızlık vurgusunu yapan bir isim mesela... 

Kitabın içeriğine gelecek olursak orta yaşlı ve telefon üzerinden konuşan iki kişi ele alınıyor. Ozan, yalnızlığından şikayetçi ve sevgiye oldukça aç bir adam. Samyeli ise geçmişte yaşadıklarından ötürü kendini ilişkilerden geri çeken ve kendiyle mutlu olan bir kadın. Biri çok ısrarcı, diğeri çok kararlı. İşte bu da kitabın çatışma noktasını oluşturuyor.

"Tek kişinin taşıdığı duyguları diğer taraf algılamadığı için o duygular karşı taraf için hiçbir şey ifade etmiyordu. Yalnız kalan benlikler kendi içinde farklı fırtınaların esmesine ve yeni sorunları da beraberinde getiriyordu."

Ozan ve Samyeli'nin uzun uzun konuştuğu vakitler hatta buluşup birbirlerini gördükleri anlar da oluyor. Kimi zaman güzel vakit de geçiriyorlar ama bu zıtlıklar yeni sorunları doğuruyor. Bana sorarsanız bu ikilinin asıl çatışması birbirlerini anlamamaları ve bunun için de pek çaba sarfetmemeleriydi. Evet, Ozan seviyordu ama sadece sevmek tek başına yeterli miydi? Evet, Samyeli'nin de haklı korkuları vardı ama bu karşısındaki insanı düşünmeden hareket edebileceği anlamına mı geliyordu? Aralarındaki bu iletişimsizlik halini de günümüz diliyle "toksik ilişki" olarak tanımlıyorum.

"Aynı kentte yaşıyor, yazışıyor ama aynı hisle buluşamıyorlardı."

Bu cümle kitabın özeti gibi adeta, değil mi?

"Eğer başka biriyle bir mutluluk arıyorsanız kendinizle bu oluşumlara başlamalısınız çünkü nasıl hissettiğinizden siz sorumlusunuz. Her bireyden biri bir başka bir şeyin eksikliğini onda ararsa o zaman bu ilişkide eşitlik olmaz. Burada sadece bir bağımlılık vardır."

Bu kısım da altını çizdiğim ve haklı gördüğüm alıntılardan biriydi. Tüm bunları ele aldığımızda kitabı aşka farklı bir bakış açısı olarak görebiliriz. 

Kitabın anlatımını beğendim ve okurken sıkılmadım. İlk başlarda "Tüm kitap iki karakter üzerinden mi gidecek?" şaşkınlığı yaşadığımı itiraf etmeliyim ama buna karşın sıkmaması da bir başarı olarak ele alınmalıdır. Yalnız, gözüme çarpan bir hususu da belirtmek istiyorum. Bazı yerlerde üçüncü kişi anlatımından birinci kişiye geçilerek ufak karmaşalar yaşanmış. Örneğin, "Ne kadar konuşsak da günler artık takvim yapraklarında yılı değiştirmişti de Ozan'ın günleri aynı düzenle devam ediyordu." cümlesi gibi. Burada "konuşsalar da" yazılmalıydı.

Kitabın anlatımını ele aldıktan sonra içeriğiyle ilgili bir benzetmemi paylaşmak istiyorum. İzleyenler de benim gibi düşünecek mi bilmiyorum ama Aşkın 500 Günü filmiyle ortak bir paydası var gibi bu kitabın, öyle değil mi? O filmi izlediğim zaman da zorla oldurulmaya çalışılan bir aşk görmüştüm, tıpkı burada olduğu gibi. Belki de her ikisi de aynı mesajı vermemektedir bize; kimsenin kaderin olması için uğraşma.

Benim kitap için bahsedeceklerim bunlardı. Sizde nasıl bir etki uyandırır ya da bu ikili hakkında ne düşünürsünüz merak ediyorum. Belki yorumlarda buluşuruz sizlerle.

Yazara bol ilham ve başarı diliyorum, yeni kitaplarında buluşuruz belki tekrardan... 

Esen kalın.



27 Kasım 2020 Cuma

Sahi Ya Sevmek

Bu yazımda Mehmed Akif Aslan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Mayıs 2020'de gerçekleşmiş olan Sahi Ya Sevmek adlı kitaptan bahsedeceğim.

Mehmed Akif Aslan, romanında karakterler arasında geçen aşkı ve yine karakterlerin vatana olan aşkını ele alarak birçok duyguyu içinde barındıran, hem aksiyonlu hem de romantik, geniş yelpazeli bir eser ortaya koymuştur. Bu çok yönlülüğüyle küçükten büyüğe her kitleye hitap edecek türdedir.

Peki benim bu kitapla ilgili yorumlarım neler?

Kitapla ilgili ele almak istediğim ilk şey kapağı ve de ismi olacak. Kitabı elime ilk aldığımda kapak gerçekten hoşuma gitti, renklerin uyumu ve iki farklı ruhu olan görsellerin birleşimiyle göze hitap eden bir kapak olmuş fakat kitabı okuyunca acaba daha farklı bir kapak mı olmalıydı diye düşünmeden edemedim. Keza isim konusu da öyle. Kapak da isim de kurgudan ayrı bakıldığında çok hoşlar fakat kitabı okumadan önce bir aşk kitabı algısı uyandırıyor. Evet, başta da belirttiğimiz üzere kitabın konusunda aşk da var fakat tek konu bu değil. Bana sorarsanız eğer kitabın ismi roman boyunca önemle vurgulanan "Dem" kelimesi de olabilirdi.

Anlatım diline gelirsek çok sevdiğimi söylemeliyim. Gayet akıcı ve keyifli bir okuma süreci oldu benim için. Karakterlerin hissettikleri, verdikleri tepkiler başarılı bir şekilde aktarılmıştı. Kitapta en sevdiğim şey şaşkınlık duygusunu okucuya devamlı yaşatması oldu. İlk başta Cemal karakteriyle başladığımız sıradan bir serüvenden farklı boyutlara geçerek şaşırtıcı vakalar okuduk. Bu da kitabı merakla okumamı sağladı. 

Kitaptaki en sevdiğim cümlelerden biri şuydu:

"İnsanoğlu sevdiği ve değer verdiği hususlara alışmamalı, tam aksine sürekli o hususlara karşı sevgisini ilk günkü gibi diri tutmalıdır."

Yazarın romantik sahneleri kendine has ve anlamlı bir şekilde yazması da çok hoşuma gitti. Klişe cümlelerin dışına çıkılarak karakterlerin inceliğine yaraşır cümleler kurmuş. Üstelik bu hem Cemal, hem de oğlu Zeki için geçerli. Nesilden nesile saf aşkları okumuş bulunduk.


Anlatımla ilgili yapabileceğim tek olumsuz yorum kitap boyunca üçüncü ağızdanan anlatılmasına karşın bazı yerlerde birinci ağza geçilip karakterin diliyle okumamız oldu. Bu kasıtlı mı yapıldı yoksa farkında olunmadı mı bilmiyorum ama ara ara böyle olan kısımlar gözüme çarptı. 

Kitabın Bursa'da geçmesiyle beraber Bursa hakkında birçok kültürel bilgi de edinmiş oluyorsunuz. Tabii bunda yazarın Bursalı olmasının da etkisi var. Tarihi yerler kaynakça da belirtilerek detaylı bir şekilde aktarılmış. Sözün özü, kitap sahiden de geniş kapsamlı. Hem romantik, hem aksiyonlu, hem tarihi yerler hakkında bilgi veriyor... Bilhassa tekdüze konular okumaktan sıkılanlar için çok avantajlı. 

Kitapla ilgili yorumlarım bunlardı. Yazarın anlatımını ve hayal gücünü sevdim, başka kitapları çıkarsa da eğer seve seve okurum. Kendisine bol ilham ve başarı diliyorum. 

                                                    Aleyna Uluç

                                                     Halkalı - 2020

25 Kasım 2020 Çarşamba

Taçlandıran Hastalık

Ne çok ihtiyacımız var inanmaya, umut etmeye, ben de yapabilirim demeye değil mi? Bunu bize aşılayan bazen kendimiz oluruz, bazen bir yakınımız, bazen gözlemleyip de gördüklerimiz, bazen ise okuduğumuz bir kitap...

Bu yazımda Meral Kurtipek'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Aralık 2019'da gerçekleşmiş olan Taçlandıran Hastalık'tan bahsedeceğim.

Meral Kurtipek, ilk kitabı Taçlandıran Hastalık'ta kendi hayat öyküsünü kaleme almış ve hastalık süreciyle beraber hafızlık hayalini nasıl gerçekleştirdiğini anlatmıştır. Şimdilerde ikinci kitabını hazırlamakta olan yazar, bu kitabıyla okuyanlara umut ve ilham olmuştur.

Yazar, çocukken fark edilen yürüme bozukluğu sonucunda hastaneye götürülüyor ve o günden sonra engel olarak görülen bir hastalıkla yaşamaya başlıyor: Kas erimesi. Tekerlekli sandalye kullanmaya başlıyor ve okulu, meslek sahibi olma hayalleri suya düşüyor fakat insan hangi koşulun ona ne getireceğini o anda bilemez. Kim bilebilirdi telefon üzerinden çalışarak hafız olacak olan ilk kişi olacağını ve bu başarısıyla televizyona çıkıp bir kitap kaleme alacağını?

Bu kitap, okuyan herkesin umudunu güçlendirecek ve bundan sonraki hayatında ilham olacak bir eser. 

"Ah sabır, nasıl da diri tutuyor insanı. Adeta başlı başına bir okul gibi eğitiyor, sabrettikçe güçlü kılıyor."

"Şöyle de bir incelik var ki içinde bulunduğunuz işe şartlanmak sizin başarı yolundaki adımlarınızı hızlandırıyor."

Kitabı okurken bu güzel duyguların yanında içimi burkan ve beni sinirlendiren bir husus vardı. Hayatın gerçeği olan bir şey: Acımasız insanlar. Yazarın hastalığının çocukken fark edildiğini başta belirtmiştik fakat bu fark etme anında olmuyor ve yazar okula gittiği dönemde yürümekte zorluk çekiyor, merdivenleri rahatça çıkamıyor. Bunu gözlemleyen eş dost da aileye uyarıda bulunuyor fakat nasıl? "Sizin çocuk özürlü gibi yürüyor." denilirek... Özürlü kelimesinin artık lügatlarımızdan çıkarılması gerekiyor. Bu kadar sığ, bu kadar kaba üslupları aklı ve vicdanı olan hiçbir insana yakıştıramıyorum. Bu durumda da gördüğünüz üzere asıl engel kişiliklerdedir.

Kitabın vermek istediği ana mesajın ötesinde yazarın anlatımından da bahsetmek istiyorum. İlk kitabı olmasına karşın gayet profesyonel ve akıcıydı. Tam bir kitapkurdu olması da kalemine yansımış. İkinci kitabının içeriği ne bilmiyorum ama onu da merak ediyorum. 

Kitabın şu güzel cümleleriyle yazımı noktalıyor ve sizlere hayallerinize, kendinize engel koymadığınız bir hayat diliyorum. Esen kalın.

"Asıl engel kalptedir. Oradaki zincirleri kırdıktan sonra aşamayacağınız engel yoktur. İstidadına göre herkesin yapabileceği bir şeyler vardır."

                                                              Aleyna Uluç

                                                              Halkalı - 2020

20 Kasım 2020 Cuma

Yozlaştırılan Din

Bu yazımda Durmuş Kabağlı'nın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan Yozlaştırılan Din adlı kitaptan bahsedeceğim.

Durmuş Kabağlı bu kitabında din hakkında yanlış bilinenleri, insanların dini nasıl yanlış yorumlayıp yozlaştırdığını ele almıştır. Öte yandan sözde din adamları olan kişilerin neler yaptıklarını eleştirel bir dille tek tek ortaya dökmüştür.

"Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder."

Din adamlarının dini hiçbir şekilde doğru anlayıp benimsemediğini, kendi çıkarlarına göre alet ettiğini ve toplumu menfaatlerine göre uyuttuklarını çok güzel ve açık bir dille de beyan etmiştir. Bunun yanı sıra din ve siyaset işlerinin birbirine karıştırılmaması gerektiğini şu sözlerle vurgulamıştır:

"Din ve siyaset çatışmaları hep kötü sonuçlar yaratmıştır. Bu çatışmalara sebep olanlar da bu yanlış düşünüşlerdir. En doğrusu her iki alanın kendi çerçevesinde kalarak dinin siyasete, siyasetin dine müdahalede bulunmaması ve menfaat kapısı olarak kullanılmamasıdır."

Durmuş Kabağlı'nın kalemiyle söylemek istediğim bir şey var, o da tecrübenin cümlelerinden bariz bir şekilde aktığı. 1942 doğumlu yazar şu zamana dek araştırmacı bir kişiliğe sahip olsa gerek ki din hususunda, toplumun yapısında ve hatta siyaset üzerinde anlattığı çok ender bilgileri var. Ayrıca gözlem yapmayı seven bir insan olduğunu da söylemeliyim, zaten böylesi kendi düşüncelerine ulaşmış bir insanın bakmaktan öte görmesi gerekir. 

"Kurban kesip ihtiyacı olana değil de diğer kurbana kadar yetmesi için eti kendine saklayan, bir yıl yetecek kadar kurban eti ile sucuk yapan insanlar, kıldıkları namazı, yaptıkları ibadetleri insanların gözüne sokmaya çalışanlar, başkalarına namaz baskısı yapanlar, dedikodu ve kovda yarış yapanlar, şehadet getirip ardından o ağızla kalp kırıp hak yiyenleri, ona buna küfür savuranları, yalan makinesi gibi konuşanları gördükçe hiç kimse bana İslamiyet değişmedi diyemez zaten."

Durmuş Kabağlı, dini yanlış lanse edip bilim düşmanı kılan insanları da eleştiriyor ve şu sözleriyle gerçekleri ele alıyor:

"Dünya çapında bilim insanları, yazarlar, çizerler çıkarmıyoruz. Bunlar olmayınca küresel ölçekli yayınlarımız da olmuyor. Cehalet batağına saplanmış, toplum içinde doğru dürüst dini, edebi, sosyolojik, felsefi ve diğer alanlarda da yazarlar da olmaz ancak reklama, gösterişe düşkün salon Müslümanları çıkar."

Yozlaştırılan Din, sadece dini değil, içinde bulunduğumuz toplumu da tümüyle inceleyen bir kitap. Dini yanlış yorumlayıp kadınları aşağılayan, onların haklarını elinden gasp eden, ağza alınmayacak sözlerde bulunan insanları tüm içtenliğiyle eleştiriyor. Kadın ve erkeğin kuşkusuz eşit olduğunu söyleyerek aksi tutumların uydurma olduğunu söylüyor, hadisleri karşılaştırıyor. Bunun dışında para için ruhunu satan, faizle, onla bunla kazanan ve insanlığa sığmayacak şeyleri din adı altında yapan tüm kesimleri eleştiriyor. Bu yönleriyle sosyolojik bir kitap denebilir. 

Yazarın bu kitaptaki amacı dini değil, dini yanlış yaşayanları eleştirmektir.

Ben Durmuş Kabağlı'nın kalemini ve kitabını severek okudum. Eğer sizler de toplumun gerçeklerini aktaran bir kitap okumak istiyorsanız Yozlaştırılan Din'i okumayı tercih edebilirsiniz. Kitabın şu güzel sözüyle yazımı noktalandırıyorum. Esen kalın.

"İnsanlık âlemine esasta huzur, barış, sevgi, dostluk, sağlık, esenlik, kardeşlik ve birlik beraberlik duygularını benimsetip yerleştirmeliyiz."

                                                         Aleyna Uluç

                                                          Halkalı - 2020

18 Kasım 2020 Çarşamba

Kumsalın Annesi

Bu yazımda Ferhat Saçu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Eylül 2020'de gerçekleşmiş olan Kumsal'ın Annesi adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Ferhat Saçu, yayınladığı ilk kitapta kendi yaşam öyküsünü ele almış, başrole de aşık olduğu kadını, Ayşe'yi koymuştur. 

Yazar, 2018 yazından 2020'ye değin yaşadığı aşk sürecini bizlerle paylaşırken verdiği detaylarla da adeta bizi de kendi hayatına konuk edip onunla beraber yaşamamıza vesile oluyor. Peki bu yaşam öyküsünde neler oldu, gelin ele alalım. 

Kitabın başrolü olan Ayşe, yazarımızla akrabalık bağı olan biri. Yazarımıza ailesi tarafından sıkça bahsedilen Ayşe, o dönemde Ferhat'ın ilişki düşünmemesi sebebiyle sadece sözde kalıyor fakat bir gün merak ya, Ayşe'nin sosyal medya hesaplarına bakıyor yazar. İşte asıl öykü burada başlıyor yazarımız için zira ilk görüşte aşk misali Ayşe'yi görür görmez bir şeyler hissediyor. Yine de "Kendine gel Ferhat. Bir süre hayatında kimse olmayacak." diyor. Ta ki kötü bir hadise gerçekleşene dek... 

Aylar sonra Ayşe erkek kardeşini kaybediyor. Bu acı kayıptan sonra Ferhat Ayşe'nin yanında olmak, onun acısını paylaşmak istiyor. Aşktan önce bir arkadaş olarak onu hayata döndürmek istiyor. Tabii bunun için önce doğru zamanı bekliyor ve üç ay sonra bayram vesilesiyle akraba ziyaretleri yapılırken Ayşe'yi ilk defa canlı olarak görüyor. Evet, bu görüşmeden sonra da iki yıllık bir süreçte bir aşk mücadelesi izliyoruz.

Kitabın içeriği ilgili daha fazla ipucu vermeden yorumuma geçmek istiyorum. İlk ele alacağım şey ise kuşkusuz yazarın kalemi olacak çünkü kendisi 500 küsür sayfalık bir kitabı hiç sıkmadan okuttu. Bu büyük bir başarı. Bu başarının nedeni ise benim için yazarın hem edebi hem de samimi bir anlatım dili olmasıydı. Yer yer şairâne cümleler okurken yer yer de yazarın arkadaşıymışız gibi bir samimiyet duyduğumuz cümleler okuyoruz. Bu da kendi adıma bir kitapta en hoşuma giden detaylardandır. Tabii kitabın bu denli akıcı olmasının bir sebebi de olaylar dizisiydi, Ayşe ile yaşanan vakalar, gelgitler "Acaba ne olacak?" sorusuyla sayfaları çevirmemi sağladı. 

Yazarın hayata bakış açısı ve hayallerine karşı olan azmi eminim ki okuyan birçok kişiyi etkileyecektir. Karşısına çıkan badirelere karşın kendine olan güveni ve pozitifliği insana ilham verecek türden. Şunu da söylemeliyim ki bence buradaki azim sadece aşk için değil hayatta istediğimiz çoğu şey için bir ilham olmalı. Eğer hayata karşı duruşumuz bu olursa çok daha güçlü ve hayallerini gerçeğe dönüştüren bir biz oluruz. 

Kitabın içinde yer yer alıntılar mevcut. Bu alıntıların özelliği ise motive edici olmaları. Yazar mücadeleyi anlattığı kitabında bu sözlerle kendi cümlelerini pekiştirip okuyucularıyla da paylaşmış. Alıntılardan bahsetmemin asıl nedeni kitaba çok yakıştıklarını söyleyecek olmam. Mesela kitabın girişindeki şu güzel alıntı kitabı özetler nitelikte:

"Kader hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten 'Ne yapalım, kaderimiz böyle' deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamını değil, sadece yol ayrımlarını verir. Güzergah bellidir ama tüm dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatına hakimsin ne de hayat karşısında çaresizsin..." - Şems-i Tebrizi

Yazarın bazı cümleleri de tıpkı bu alıntı gibi hayatla ilgili motivasyon sağlıyor. Bu cümlelerden altını çizdiğim bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Yaratmanın başlangıcıdır düş gücü. Dilediğinizi düşler, düşlediğinizi amaçlar, amaçladığınızı yaratırsınız sonunda."

"Her sabahın aydınlığında hayat hikayenize boş, temiz, yeni bir sayfa eklerseniz ve o hikaye bambaşka ilerleyebilir."

Evet, Ferhat Saçu tüm inancı ve umudu ile Ayşe için savaşıyor fakat bu süreçte birçok badire de atlatılıyor. Sonunda ne olduğunu söylemeyeceğim fakat ikinci kitabın da çıkmasını talep ediyorum çünkü aklımda bazı sorular mevcut. 

Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim tek bir husus var, o da bazı kelimelerin çok sık kullanılması oldu. (İşbu, ekseriya gibi) Başka bir kitapta bu husus göz önünde bulundurulabilir. 

Bunun dışında gerçekten akıcı ve severek okuduğum bir kitaptı. Yazara bizlere hayatını içtenlikle paylaştığı için teşekkür ediyorum. Dilerim kitabın başrolü Ayşe ile huzur dolu bir hikayeleri olur. Kitaptan şu alıntı ile yazımı sonlandırıyor ve esenlikler diliyorum:

"Esasında yaşlılık ne saçlarınızın ağarması ne yüzünüzün kıvrışması ne de belinizin bükülmesidir, gayesi biten ve düşleri sönen herkes yaşlıdır. Ben asla ümidimi kaybetmeyeceğim."

                                                          Aleyna Uluç


12 Kasım 2020 Perşembe

JÖH PÖH - SİLOPİ HENDEKLERİNDE

Bu yazımda Yeşil Bozlak'ın kaleminden çıkmış JÖH PÖH - Silopi Hendeklerinde adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Öncelikle kitabın kapak tasarımını çok beğendiğimi söylemek istiyorum. Kapakta kullanılan fotoğraflar, renk uyumları ve kurşun detayı derken bütünüyle çok ilgi çeken ve göze hitap eden bir kapak ortaya çıkmış.

İçeriğine gelecek olursak en başta bilmeniz gereken şey okuyacağınız her şeyin gerçekte yaşanmış olduğudur. Silopi gazisi olan Yeşil Bozlak yaşadıklarını anı defterine yazdıklarıyla bize aktarmıştır. Hatta kitapta geçen şu diyalog da bizleri mutlu eden türden:

- Ne yazıyorsun?

- Ne yaşadıysam hepsini yazıyorum.

- Ne zamandır yazıyorsun?

- Taburdan çıktığım andan itibaren yazıyorum.

- Ne yapmayı düşünüyorsun?

- Eğer bu hendeklerden sağlam çıkarsam belki bu yazdıklarım bir gün bir kitaba dönüşür.

Ne mutlu ki sağ çıkmış ve biz de şu an bu kitabı okuyarak yorumunu yapıyoruz. İyi ki o zamanlar anı defterine yazmış her şeyi çünkü bu yazdıklarıyla bize de o anlara yaşatıp birçok duyguyu hissetmemize sebep oldu. En güzeli de empati duygusu. Okurken kendimi onca zorlukla mücadele eden, karda kışta donan, ailesini ve sevdiklerini geride bırakan askerlerimizin yerine koydum. Bizler için ne büyük fedakarlıkta bulunduklarını bir kez daha anladım.

"Çatışma okunması kolay, yaşanması ise var olmakla yok olmak arasında ince bir çizgidir."

Kitabın en iyi özelliklerinden biri yazarın her detayı aktararak olanları adeta bir film sahnesi gibi kafamızda canlandırması oldu. O anın atmosferi, yenilen yemekler, hava durumu ve en önemlisi de hissedilen tüm duygular... Yeşil Bozlak'ın deli akan kanını, korkularını, öfkesini, hırsını, vatan aşkını ta içimizde hissederek o anları adeta yaşıyoruz. Zaten gerçek hayatı anlatan kitap kuvvetli anlatımı ile beraber bize daha da gerçekçi hissettiriyor böylelikle.

"Bir insan başkasının acısını yüreğinde hissedebilir mi? Hissedermiş... Silah arkadaşımın canının yanmasını ciğerlerimde hissetmiştim. Of anam demesini hiç unutmayacaktım. Ben böyle hissettiysem anaların hangisini hangi kelimeler, hangi cümleler anlatabilir ki..."

Askerlerimizin birbirleriyle kurdukları kuvvetli bağ da en güzel şu cümlelerle aktarılmış:

"Ne zaman bir arkadaşını kaybedersin, ruhunda derin uçurumlar oluşur. Zaman geçse de unutamazsın. Hani derler ya zaman en iyi ilaçtır. İşte bu sözler bizler için geçerli değildir. Eğer şehit olan arkadaşın evli ve çocuklu ise kendi çocuğunu kucağına aldığında şehit verdiğin arkadaşının çocuğu gelir aklına. Kalbine saplanır acı ok gibi."

Kitap boyunca sanki o an oradaymış gibi bir hissiyatla okudum. Tüm bunların gerçek olduğunu bilmek kötü hissettirse de yer yer askerlerimizin arasında geçen tatlı atışmalar yüzümüzü güldürüp içimizi ısıtıyor. Onların o erdemli kişilikleri, düşmanın yaralarını bile sarmaları, oradaki hayvanları beslemeleri ise hepimizi duygulandırmakla beraber onure de ediyor. 

"İnsan biyolojisi her türlü zorlukların üstesinden gelebilecek bir yapıda idi. Nasıl alıştırırsan öyle gidiyordu."

Bu söz de bana ilham ve kuvvet veren sözlerin arasına dahil oldu. Kitapla ilgili olumsuz yorum yapabileceğim hiçbir husus yoktu. Yazara bizlerle o zor dönemlerini her detayıyla paylaştığı için teşekkür ediyorum. Bu yazıyı okuyan herkese de kitabı okumasını öneriyorum.

Esen kalın.

                                                    Aleyna Uluç

                                                     Halkalı - 2020

11 Kasım 2020 Çarşamba

Cevap Bekleyen Sorular

Bu yazımda Metin Sevil'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2018'de gerçekleşmiş olan Cevap Bekleyen Sorular'dan bahsedeceğim. 


Metin Sevil, İstanbul'daki bir yatılı okulda Denizcilik okumuştur. O yıllarda okulun mescidinde Elmalılı mealini eline alıp okumaya başlamış ve bu konular üzerine olan ilgisi işte o andan itibaren başlamıştır. Bu zamana dek de yoğun araştırmalarda bulunmuştur. Altını çizerek belirttiği nokta da şu ki; kendisi dinle ilgili bir kursa gitmemiş ve eğitim almamıştır, yani bu konuda bir unvanı yoktur. 

Kitabı öncelikle anlatım bakımından ele almak istiyorum. Yazar her ne kadar bu konuda profesyonel olmadığını bastırsa da bence gayet başarılı bir eser ortaya koymuş. Anlatım dili akıcı ve başarılı olmakla beraber herkese hitap edecek türden. Genelde bu tarz kitapların ağır bir anlatıma 
sahip olması beklenir. Ben bu konuda bir tutarsızlığın olduğunu düşünüyorum, herkesi ilgilendiren konular niçin belli bir kesimin anlayacağı dilde yazılsın ki? Bu sebeple yazar en mantıklı olan yolu tercih etmiş.

Kitap iki kısımdan oluşuyor. Birinci kısımda güncel dini tartışmalar ele alınırken ikinci kısımda daha çok çözüm yolları ve cevaplarla ilerliyoruz. 

Yazar, kitap boyunca ele aldığı dini konularda belli bir taraf tutmamayı gaye edinerek her kesimin düşüncelerini kendi süzgecinden geçirerek yorumlamış. Amacı belli bir kesimi savunmak ya da haklı çıkarmak değil, dini konularda çözüme kavuşmamış konulara farklı bir ayna tutmak. 

"Hesap günü hiçbir alim, müctehid, hoca, tarikat/cemaat sizin yerinize sorguya çekilmeyecek, günahkarsanız sizin yerinize başkası cezaya çarptırılmayacaktır. Herkes kendi hesabını kendisi verecek, vahiy ve akıl nimetinden mesul olacaktır."

Bu alıntıda da görüldüğü üzere başkalarının düşüncelerine sıkı sıkıya sarılmak yerine kendi aklımızı, sorgu becerimizi kullanmamız gerektiğini vurguluyor. Bu bakış açısıyla da alışagelinmiş olanı yıkıyor çünkü kitap boyunca da göreceğiniz gibi bu konuda çok sığ düşünen insanlar var.

"Kur'an-ı Kerim ayetlerinden hüküm çıkarmak, tefsir ve fıkıh usülü başta olmak üzere dini ilimlerlde bir ilmi yeterlilik gerektirir. Buna sahip olmayan bir kişinin ayet meallerinden hareketle bir hükme varması isabetli olmaz."

Mesela okuduğunuz bu sözler yazarın şahsına edilmiş. Oysa aklı olan herkes her konuda sorgulama yapabilir, buna şüphemiz yok değil mi?

"İşte bize düşen öncelikle üzerinde tartışma olmayan bu kesin emir ve yasaklara uymak olmalıdır. Samimiyetimiz bu şekilde ortaya çıkar. Eğer tartışmalı/müteşabih ayetler üzerinde kafa yoran, sorular sorup cevaplar arayan, tartışma yapan ve çıkmazda olduğunu belirten bir kişi beri taraftan bu açık ayetlere uymuyorsa asla samimi değildir ve ciddiye alınmamalıdır. Onun yaptığı ancak gürültü çıkarmaktır."

Yazar bu tarz düşüncelerini paylaşmakla beraber ikinci kısımda bazı kişilere sorduğu dini soruların cevaplarını da bizlerle paylaşmış ve aldığı cevaplardaki bazı tutarsızlıkları ortaya koymuştur. 

Eğer bu konulara ilgiliyseniz ve tarafsız bir kitap okumak istiyorsanız Cevap Bekleyen Sorular'ı okuyabilirsiniz. Dilerseniz yazara internet üzerinden ulaşıp aklınızdaki soruları da tartışabilirsiniz, kendisi uzun yıllardır internette de bu konular hakkında tartışmakta.

Yazarı tüm araştırma ve emekleri için kutluyorum. 

Esen kalın. 
  
                                                        Aleyna Uluç
                                                        Halkalı - 2020 

6 Kasım 2020 Cuma

Ninemin Rüyası

Bu yazımda Şahin Terlan Nezir'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan Ninemin Rüyası adlı kitaptan bahsedeceğim.

Şahin Terlan Nezir, Kutlu Yayınevi'nden daha önce Patron ve Soy Bağı adlı iki kitap çıkarmıştır. Ninemin Rüyası da üçüncü olmuştur. Hikayelerden oluşan kitapta öncelikle yazarın kaleminden bahsetmek istiyorum. Yazarın sade ve akıcı bir anlatımı var, okurken sayfaların ne ara geçip gittiğini anlamıyorsunuz. Hangi ara bir hikayeyi bitirdim de ötekine geçtim diye düşünüyorsunuz. Akıcılık dediğimiz şey basit gibi sanılsa da her yazarın yakalayamadığı bir başarıdır. Okuyucunun odağını kaybetmemek, onu gereksiz betimlemelerle boğup konudan saptırmamak gerek. Tabii sadece anlatıma bağlı değildir akıcılık, hikâyenin de okuyucunun merakını diri tutması gerekir. Bunu da başardığını söylemek istiyorum.

Kitap yedi ayrı hikâyeden oluşuyor. Hikâyelerin asıl amacı ise okuyucuya bir mesaj vermek. Bu yönüyle eskilerin öğretici hikâyeleri tadını veriyor ve kıymetli bir hâl alıyor. Benim en sevdiğim hikâye "Enayi" adlı hikâye oldu. 

"Demek ki suçlunun, dolandırıcının milliyeti ve cinsiyeti olmazmış. İkisi de bizim hakkımızı çalıyorlar."

Bu alıntı da o hikâyeye ait. Falcıların oyunlarını çarpıcı bir şekilde anlatan hikâye toplumsal mesajlarıyla da akıllara kazınıyor. Aslında kitabın içindeki çoğu hikâyede böyle güzel mesajlar var. Mesela bir diğer sevdiğim hiķâye de Kambur'du. Kambur, Hacı denen Bülent'in dini kullanarak nasıl yalanlar çevirdiğini anlatıyor. Böylelikle bazı şeylerin görünenden farklı olduğunu da okuyucularına aşılıyor yazar. 

Hikâyelerin içinde yer yer masalı andıran durumlar da oluyor, gerçekte olması pek de mümkün olmayan şeyler... Bu da yine eskiden kulaktan kulağa dolanan hikâyeleri andırıyor. 

Genel olarak hikâyeleri sevsem de sadece bir iki tanesine anlam veremediğimi belirtmek istiyorum. Bu belki benimle ilgiliydi, verilen mesajları ben anlayamadım ama "Boynuzlular" ve "Şans Deliği" adlı hikâyelere anlam verememekle beraber sevemedim. Diğer hikâyelerin ne anlatmak istediği açıktı ve topluma hitap ediyordu ama bu ikisini en azından ben kafamda oturtamadım. Bunun dışında başta da dediğim gibi kitap çok akıcıydı. Hem yazarın anlatım dili sade ve sürükleyici hem de olaylar merakla okumanızı sağlayacak türden. Hikâye okumayı seven herkese önerebileceğim bir kitap. 

Yazara verdiği tüm güzel mesajlar için teşekkür ediyor ve yazmaya hep devam etmesini diliyorum. Kim bilir anlatacağı daha ne çok hikâye vardır... 

Esen kalın.

                                                          Aleyna Uluç

                                                        Halkalı - 2020

5 Kasım 2020 Perşembe

Yolcu

Bu yazımda Gülnihal Baki Akgündüz'ün kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Nisan 2019'da gerçekleşmiş olan Yolcu adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Gülnihal Baki iki kitabı çıkmış bir yazar. İzler adlı kitabında gerçek hayat hikayelerini anlatmışken Yolcu kitabında da şiirlerini okuyucularıyla paylaşmıştır. 

Biliyorsunuz ki bulunduğumuz dönemde şiir kitapları epey meşhur. Ağırlıklı olarak aşk üzerine yazılan şiirlerde dizeler genellikle birbirini anımsatır vaziyette. Yani günümüz şiirleri tekrara düşüyor ve açıkçası pek de bir özen göremiyoruz. Tabii bu her şiir kitabını aynı kefeye koyacağımız anlamına gelmiyor. Yolcu, bana eski şiirlerimizin tadını veren bir şiir kitabı. Anlatım dili kendine has ve tekrara düşmüyor.

"Sen, selam dersin                                                   Ben çiçek olur açarım                                           Sen, halimi sorarsın                                              Hasta yatağımdan çıkarım.                                Gece gündüze döner,                                            Kışım bahardayım der."

Okuduğunuz dizeler Sevdanın Dili adlı şiire ait. Çok naif ve güzel buldum bu kısmı. 

Şair, yer yer kafiyeli şiirlere de yer vermiş. Yağmur adlı şiirindeki bu kıta da kafiyenin en güzel şekilde kullanıldığı kısımlardan biriydi:

"Yokluğunda yeşil göç eyledi katar katar

Sarı sardı her yanı, mevsim sonbahar

Biraz daha gelmezsen güller gibi gönüller de solar

Yağ yağmur, özlemin kor olmuş yürekler yakar."

Yine kafiyeli ve anlam bakımından çok beğendiğim bir başka kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Asil azmazmış, bal da bozulmaz

Uğraşma, bozuk süt maya tutmaz.

Kıyafet içindekini hanım yapmaz,

Boşsa içi kafanın, peruk saklayamaz."

Bu kısım gerçekten de çarpıcı ve güzeldi. Az önce de dediğim gibi bu şiirlerde eski şiirlerimizin havası var. Yani günümüz şiirlerinin birçoğu gibi anlamsız, sadece ağdalı kelimelerle oluşmuş şiirler değiller. Zaten şairin yıllardır yazan biri olduğunu "Lise günlüğümden" notuyla yazdığı birkaç şiirden de anlıyoruz. Belli ki şiirlerle her zaman bağı olan bir edebiyatseverdi. 

"Bir rüyasın sen

Belki hiç gerçekleşmeyecek

Uzaklarda bir gurbetsin

Hiç bitmeyecek.

Ne olursa olsun...

Benim en değerlimsin.

Kim ne derse desin...

Tek hayalimsin."

Şairin lise günlüğünden bir şiirdi okuduğunuz. 

Bu kitapta benim en sevdiğim özelliklerden biri şiirlerin sadece aşk üzerine olmaması, hayatla ilgili diğer konulara da dokunmasıydı. Böylelikle okumak daha keyifli oluyor çünkü art arda aynı konu üzerine okumak bir yerden sonra sıkabilir. Şiirlerin yanı sıra yer yer bazı yazılara da yer verilmişti. Kısa hikaye ve gözlemlerden oluşan bu yazıları beğensem de acaba başka bir kitapta mı olsalardı diye düşünmedim değil çünkü şiirlerle alakalı değillerdi. Eğer yazılar ve şiirler ortak konuları ele alsalardı bir şey diyemezdim ama bu noktada biraz kopukluk olduğunu söylemek istedim.

"Bin insanı dinlesen bin birinci bilmezini bildirir

Kırk kapıdan girsen kırk birinci yolunu değiştirir

Bundan gayrı benim karşıma ne çıkar dersin de 

Anlarsın ki öğrenmenin sonu son nefesledir."

En beğendiğim kısım kesinlikle burasıydı. Altını çizdiğim, kulağıma küpe ettiğim dizeler arasına girdi. Şairi bu anlam dolu şiirleri için kutluyor ve kalemin elinden düşmediği bir ömür diliyorum. Siz okurlara da kaliteli bir şiir kitabı okumak istiyorsanız Yolcu'yu öneriyorum. Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

                                                       Halkalı - 2020




  

4 Kasım 2020 Çarşamba

Merhaba

Bu yazımda Yüksel Yazar'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Ekim 2020'de gerçekleşmiş olan "Merhaba" adlı kitaptan bahsedeceğim.
Yüksel Yazar, şu ana dek üç şiir kitabı çıkarmış bir şairdir. Üçüncü kitabı olan Merhaba'yı diğer şiir kitaplarından farklı kılan ise tamamiyle tek bir kişiye ithafen yazılmış olmasıdır. Şair, aşık olduğu kadına yazdığı şiirleri bizlerle paylaşmış. Bu sebeple kitabın ön sözünde "Belki de bu yüzden artık benim kitabım demekten vazgeçmeliyim çünkü bu kitapta bana ait olan tek şey kalbim herhalde, onun dışında her satır, her dize, her kelime kalbimin adaşı, yaşama sevincim olan ve emsali olmayan bir kadınla dolu, tamamen ona ait." demiştir.

Kitap iki kısımdan oluşuyor. Benim çıkarımıma göre ilk kısım daha karamsar şiirleri barındırırken ikinci kısım daha umutlu şiirleri içeriyor. Bu da okuyucuyu karanlık bir yolculuğa çıkarıp yolun sonunda ışığa ulaştırıyor.

İlk kısımdan hoşuma giden bazı kesitleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Çünkü kalmak yakışırken bazısına, 
Kimisi mecbur gitmeli." 

"Bir sarılmalık olsun daha ömrü var mı sevdamızın?                                                
Bir dakikasına versek ya da bin sayfasını yazgımızın."

Şair, ilk kısımda içindeki gelgitli halleri şu dizeyle özetliyor:

"İçimde kıyametler kopuyor
Bir yanım merhaba, diğer yanım elveda."

Sevdiği kadına yazdığı dizelerin arasında kendisiyle ilgili duygu durumlarını da yakaladım ve onların altını çizdim.

"Çünkü düşmez suretime gölgesi içimde kopan fırtınanın."

Şair burada hissettiklerini, acısını dışa yansıtamadığını anlatırken aslında birçok kişinin kalbine dokunuyor. Tüm kitap boyunca en sevdiğim dizeler ise şu oldu:

"Kendime benzeyince kimse sevmiyor beni Kırık ruhumla ondan eksik gülümseyişim."

Şiirleri genel olarak beğendiğimi söyleyebilirim fakat bazı şiirlerde anlam bakımından tekrara düşülmüş, bu da art arda okuyunca sıkıcılığa neden olabiliyor. Demek istediğim, bir şiirde zaten daha önce anlatılmış şeyler birkaç şiirde mevcut. Bunun dışında daha uzun ve içeriği farklı olan şiirlerini daha çok beğendim. "İncelikli Bir Haldir Seni Sevmek" şiiri bahsettiğim şiirlere örnek verilebilir.

Şiir okumayı seven ve bir insanın kalbinden gerçeklikle dökülen hisleri okumak isteyenlere Merhaba'yı öneriyorum. Şaire de şiirlerinin muhatabı olan kişiyle bir ömür mutluluklar diliyorum. 
                                                
                                                Aleyna Uluç                                                            Halkalı - 2020

30 Ekim 2020 Cuma

Orta Dünyanın Analizi

 Bu yazımda İlkay Aydın'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2017'de gerçekleşmiş olan Orta Dünyanın Analizi adlı kitaptan bahsedeceğim.

Orta Dünyanın Analizi, Ön-Türk araştırmacısı olmak isteyen İlkay Aydın'ın ilk kitabıdır. Kitap üç yıl önce basıldığı için şu an o isteğine ulaştı mı yoksa sürecin içinde mi bilmiyorum ama kitap için bir yıldan fazla yoğun bir uğraş göstermiş. Birçok derin araştırma sonucunda Yüzüklerin Efendisi romanını analiz etmiş ve bu eseri ortaya çıkarmıştır. Yani anlayacağınız bu kitap Yüzüklerin Efendisi'ni okumuş ya da filmini seyretmiş olan herkesin ilgisini çekebilir. Ayrıca kitap bununla sınırlı kalmayıp Türk kültürünün diğer kültürlerle olan bağlarını da ele alıyor. Bu bakımdan sadece bir kitap analizi olarak sınırlı kalmıyor, araştırma ve bilgi içerikli bir kitaba da dönüşüyor.

Kitabın başlarında Yüzüklerin Efendisi'nin özeti bulunuyor, ayrıca yazarı da tanıtılıyor. Böylelikle daha önce bir bilginiz yoksa -tıpkı benim gibi- hem kitap hakkında hem de yazarı hakkında birçok şey öğreniyorsunuz. Bu da okuyacağınız analizler için sizi hazırlıklı kılıyor.

Kitap ve yazar tanıtımdan sonra kitaba giriş yapıp mitler ve mitoloji hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Yazar, analize geçmeden önce kademe kademe bilgileri sunarak okuyuca bir temel oluşturuyor. Bu planlı adımları için kendisini takdir ediyorum çünkü doğrudan analize geçiş yapmak sadece bahsedilen kitabı okuyan ya da filmini izleyen kişilerin anlayacağı bir dil olurdu, diğer kitleler olaya yabancı kalırdı.

"Edebiyat ve mitoloji ilişkisi sözlü edebiyatla başlar. Mitolojik hikayeler sözlü edebiyatın, özellikle de destanların oluşumunu hızlandırmıştır."

Giriş bölümünde bir kısmın iki kere yazılması dikkatimi çektiği için altını çizdim ve not aldım. Eğer sonraki baskılarda düzeltilmek istenirse diye 20. sayfada olduğunu söylemek istiyorum.

Mitoloji hakkında bilgiler edindikten sonra efsane, destan, kutsal ve kült kelimelerini de anlamlarıyla öğreniyoruz. Sonrasında da Yüzüklerin Efendisi Mitolojisi başlığı ile analizlere geçiyoruz. Yazar, yer yer kaynak belirterek bu kitap hakkındaki diğer analizlerden alıntılar yapıyor. Böylelikle birçok fikre ulaşmış oluyorsunuz.

Yüzüklerin Efendisi şimdiye dek birçok kişi tarafından incelemesi yapılmış bir eser. Bu incelemeyi diğerlerinden daha farklı kılacak şeyse ise yazarın deyimiyle bir rehber kitap özelliği taşıması. Kendisine ait tespitleri de bu durumu destekler nitelikte:

"Amon Gnomes and Trolls, 1907 kitabında SkogTroll (Forest Troll) yani Orman Trolü bulunmaktadır. Hatırlarsanız Yüzüklerin Efendisi'nde Ağaçsakal'ın şöyle bir ifadesi vardı.

'Ho, hm, eh, mümkündür, bildiğiniz gibi! Belki de bilmiyorsunuzdur ne kadar güçlü olduğumuzu. Trolleri işitmişsinizdir muhtemelen. Onlar da muazzam surette kuvvetlidir. Lakin onlar sadece taklittir.'

Entlerin taklidi olması vurgusu yüksek ihtimal ağaç veya orman trolünden geliyor diye düşünüyorum zira entleri anlatırken nereden geldiğini izah edeceğiz."

Kitabın içinde konulara ilişkin bazı fotoğraflar da -haritalar, filmden görüntüler gibi- mevcut. Yazar gerçekten tam bir araştırma kitabı niteliğinde bir eser ortaya çıkarmış.

Ayrıca başta da dediğim gibi Türk kültürüyle ilgili zengin içerikli bilgiler de mevcut.

"Görüldüğü üzere Türk Mitolojisi'ndeki Alpler, Yüzüklerin Efendisi'ndeki Elfler ve İskandinav Mitolojisi'ndeki Elfler ortak özellikler göstermektedir. Romanda Galadriel'in konuklarına hediyeler vermesi ve misafirperverliği ilk bakışta fark sdilen unsurlardandır."

Yazarın anlatım dilini sevdiğimi söylemeliyim, henüz ilk kitabı olmasına karşın gayet profesyoneldi. Üstelik bir analiz kitabı yazmak kolay değildir, belki bir roman yazmaktan bile daha çok uğraş gerektirir. Sunulan her bilgi derin bir araştırma gerektirir. Yazar da bunun için büyük bir emek sarfetmiş. Bu emekleri için kendisini kutluyorum ve özellikle de Yüzüklerin Efendisi'ni okumuş yahut izlemiş olan kişilere öneriyorum. Unutmayın, bir analizi okumak analizi yapılan şeye bambaşka bir pencereden bakmanızı, adeta yeniden okumuş gibi olmanızı sağlar.


29 Ekim 2020 Perşembe

Düş'ün Olsun

Bu yazımda Senem Özkan Çatı'nın kaleminden çıkmış, ilk basımı Kutlu Yayınevi'nde Temmuz 2020'de gerçekleşmiş olan Düş'ün Olsun adlı kitabı ele alacağım.

İletişim ve Tasarım bölümü mezunu, sanat yönetmenliğinde başarılı bir kariye sahip olan Senem Özkan Çatı kitabın kapak ve iç tasarımlarını kendisi üstlenerek müthiş bir iş ortaya çıkarmış. Biri kitabı eline aldığında içeriği bilmeden dahi ilgisini çekecek, sayfalarını karıştırma isteği duyacak kadar güzel bir tasarım. Öncelikle bu açıdan beğenimi dile getirmek istiyorum çünkü kitabın içeriğiyle son derece örtüşüyor ve göze hitap ediyor tasarımlar.

Kitabın içeriğini ele aldığımızda bu kitabın farkındalığımızı yükseltmek ve daha kaliteli bir yaşama kendimizi hazırlamak için bir yol gösterici olduğunu söyleyebilirim. 20 yıldır Ruhsal Dönüşüm ve Bilinçli Farkındalık alanlarıyla ilgilenen yazar bu konularda birçok eğitim, seminer düzenlemiş olup bireysel danışmanlık da yapmaktadır. Bu kitapta ise bildiği, öğrendiği yolları paylaşıp renkli tasarımlarıyla da adeta bir düşler masalına alıp götürüyor bizleri.

"Sık sık neler düşlediğine, kimlerden ilham aldığına, kendini neler yaparken düşlediğine dikkat et çünkü varoluş şarkınla ilgili önemli ipuçları barındırıyordur. Bazen kendine hiç konduramadığın ya da yapamam dediğin ama bir yandan da başkaları yaparken kendin için de aynısını düşlediğin şeyler tam da varoluş şarkının parçalarıdır."

Düş simyacısı olan yazar bizlerin unuttuğumuz sandığımız, içten içe arzuladığımız ama olmayacağına inandığımız, belki halının altına süpürdüğümüz tüm hayallere tekrar inanmamızı sağlıyor.

"Herkesin hayat yolu parmak izi kadar farklı ve özgündür. O yüzden varoluş şarkını bulurken ne kadar özgün olursan o kadar doğru yoldasındır. Aynı işi yapan iki kişi bile o işi kendine has biçimde gerçekleştirir."

Düşlerimizi hatırlatmakla da kalmayıp onları nasıl hayatımıza çekebileceğimizi doğrudan anlatıyor. Düş Atölyesi olarak adlandırdığı bölüm kitapta en sevdiğim kısımlardan biriydi. Okuyucunun doldurması için boş bırakılan sayfalarla bu öğretilenleri uygulamalı olarak yapılıyor ve çok daha etkili oluyor.

Şükür Güncesi ise yine en sevdiğim bölümlerin arasında yer alıyor. Yazar, 21 günlük bir günce hazırlayıp bizlere keyifli ve sonucu mutluluğa açılan bir etkinlik sunmuş. Ben bugün ilk sayfayı doldurdum, bakalım 21 gün sonrasında neler hissedeceğim...

"Mevcut hayatına mecbur hayatın muamelesi yapmayı bıraktığında hayatın değişmeye başlar."

Bu cümle beni çok etkiledi ve altını çizdiğim yerlerden biri oldu. Kitapta daha bunun gibi birçok etkileyici, üzerine düşünülmesi gereken cümle var. Yazar hayata olan bakış açımızı adeta yeniden yaratıp bizi daha pozitif ve ne istediğini bilen bir insana dönüştürüyor.

"Hatırla; sen kendine nasıl davranmayı seçersen bizi bize yansıtan ve devasa bir ayna olan yaşam da sana o şekilde davranmayı seçer. O halde ilk adım olarak kendine yaptığın iyi insan olma dayatmasından istifa et ve gerçek sen koltuğuna geç."

Kitap bu tarz öğretici sözlerin yanı sıra uygulamalı olarak yapılan meditasyon ve ritüelleri de içeriğinde barındırıyor. Ruhumuzu donatacak derecede zengin bir içeriği var.

Benim bu kitaba dair sevdiğim en şey çoğumuzun farkında dahi olmadan yaptığı hataları göstermesi ve doğru yolu öğretmesi oldu. Her zaman çok hayal kuran bir insan oldum ama hayal kurarken hatalar yapabileceğimizi bilmiyordum, bu kitap sayesinde öğrendim. Meğer yanlış kurduğumuz hayaller yüzünden sonu hep kaybetmeye çıkan bir kısır döngünün içine girmişiz... Sonrasında da kendimizi şanssız atfedip durmuşuz. Oysa hata bizdeymiş. Bu kitap sayesinde birbirine çelişen hayaller kurduğumuzu, aslında bazı hayallerimizin gerçekleşmesinden korktuğumuzu ve bunların altında yatan nedenleri gördüm. Öte yandan bundan sonra nasıl hayal kurmam gerektiğini daha iyi öğrendim. Belki bir düş simyacısı olmadım henüz ama hayallerim için daha doğru bir yol çizeceğim kesin.

Yazımı sonlandırmadan önce sizlerle güzel bir şeyi paylaşmak istiyorum. Bu güzel kitabın Çukur dizisindeki bir sahnede gösterildiğini biliyor muydunuz? Bilmeyen ve izlemek isteyenler için link bırakıyorum: https://m.youtube.com/watch?v=6X4dMpK_D9I

Düş'ün Olsun'u düş kurabilen herkese ithaf ediyorum. İçinizdeki hayalperest çocuğu her zaman diri tutun. Hoşça kalın.