8 Aralık 2022 Perşembe

Nilüfer

Bu yazımda Mücahid Karaçınar'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Mayıs 2022'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Nilüfer adlı kitaptan bahsedeceğim.


Kitap, ismini karakterimiz Nilüfer'den alıyor. Nilüfer küçük, şirin bir köyde yaşayan ve hem yaşadığı çevrenin kısıtlı olanaklarından ötürü hem de babasının baskıcı bir yapıda olması nedeniyle pek dışarı çıkamayan genç bir kızdır. Nilüfer tatlı köylerinde, samimi insanların içinde sade bir hayat sürerken otostop çekerek şehir şehir dolaşan Gazi hem Nilüfer'in hem de ailesinin hayatına renk getirir. 

Gazi; bu hayatı yalnız yaşayan, hiçbir yere ve hiçbir kimseye karşı aidiyet duygusu olmayan, yaşamını hep farklı yerlerde sürdürmeye alışkın biridir. Nilüfer ile Gazi birbirlerine ne kadar zıt görünüyorlar, değil mi? Hayat tarzları ne kadar farklı olsa da kendi tabirleriyle deli halleri tam bir tencere kapak durumuydu. İkisi de birbirine deli derken aslında ne kadar benzerlerdi. Bu ikilinin atışmalarını okumak benim için hoştu.

Kitabın anlatım dilini sevdim. Yazarın okuduğum ilk eseriydi ve kalemini şiir tadında buldum. Okurken bana bir bahar esintisi havası verdi.

"Kafesteki kuşun bile bir müddet sonra sıkılıp odanın yüzüne çıkmasını istediğini fark ettikçe kendisinin kuş kadar bile özgür olamadığının kanısına varır, moralini bozardı."

Nilüfer'in en güzel ifade edildiği cümlelerdi bence bunlar.

"Nilüfer can kulağıyla dinlerken içinden benim böyle dolu bir hayatım olmadı, insanlar mı yaşamın tadını çıkarıyor, biz mi çok sıradanlaştırıyoruz anlamadım dedi."

Zaman zaman hepimizin aklına esen bir düşence değil mi? Kitaplarda en çok kendimizle buluştuğumuz noktaları seviyorum sanırım.

"Seni sen yapan insanları sev

Sensizliğinde bir sen aramadan"

Yazarın anlatımını şiir tadında bulduğumu belirtmiştim, bunun yanı sıra bölüm aralarında da bu tarz dizelerin bulunması bu duruma ahenk sağlamakta.

En beğendiğim cümleleri sizinle paylaşmak istiyorum:

"Aklımızda farklı bir âlemin kapılarını araladığımız süreç içerisinde dışarıdan uyanık olmayan bir izlenim verebiliyoruz. Kafamızı kurcalayan fikirlerin içinde cebelleşen bir birey olmak bizi ne kadar yakınlarımız tarafından alay konusu etse de sonunda bir amaca kavuşabilmemiz onların da düşüncelerinin yanlış olduğunun farkına varmalarında bir yol oluyor. Dalgınlık yarım kalmışlığın bir sergisi aslında..."

Kitabı genel olarak beğendim. Naçizane paylaşmak istediğim birkaç fikrim de var. Kitapta çok fazla olmasa da bazı imla hataları gözüme çarptı, bunlara dikkat edilebilir. Yanı sıra içeriği incelediğimizde bana göre olay ve kişiler bir noktaya bağlanmadı, biraz havada kaldı. Belki de bu yazarın kendi isteğiyle tasarladığı bir durumdu ancak ben okurken bir bağlantı kurmayı bekledim. 

Kitapla ilgili görüşlerim bunlardı. O zaman kitabın ismine binaen tüm okurlara şu şarkıyı ithaf edelim mi?

Yazarı emekleri için kutluyor ve yazacağı yeni kitaplar için bol ilham diliyorum.

Siz Nilüfer'i okudunuz mu, kitap hakkındaki yorumlarınız neler?

Bir sonraki yazıda görüşmek üzere hoşça kalın.

- Aleyna


15 Kasım 2022 Salı

İşgal Altında Çırpınan Şehir: İstanbul

 Bu yazımda Umut Meriç Berberoğlu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2022'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan İşgal Altında Çırpınan Şehir: İstanbul adlı kitaptan bahsedeceğim.

Umut Meriç Berberoğlu, 2019 yılında yazmaya başladığı bu ilk eserinde İstanbul'un işgal sürecini kaleme almıştır. Kitabın içerisindeki bilgiler belgelere dayanmakla beraber yazar gerçek olaylardan hareketle bazı karakterleri kurgulayarak aktarmıştır. İşte benim okuma sürecimi sürükleyici kılan en büyük etken de bu oldu. Gerçekle harmanlanmış bir kurgu okumak, kişilerin ve olay örgülerinin zihnimde daha kalıcı bir yer edinmesine de olanak sağladı.

Yazarın kalemiyle tanıştığım bu kitapta anlatımı sürükleyici buldum. Bir okur olarak naçizane gözlemlerimi ve önerilerimi paylaşmak da istiyorum. Kitapta yer yer göze çarpan yazım hatalarının, kullanılan zaman kipindeki tutarsızlıkların (bazı yerlerde geçmiş zaman kipi kullanılırken bazı yerlerde geniş zaman kipinin kullanılması) ve anlatım bozukluklarının akıcılığın aleyhine olduğunu düşünüyorum.

Diyaloglar noktasında bir gözlemde bulundum. Bazı diyaloglarda olayların geçtiği dönem yansıtılırken bazı diyaloglar ise günümüz zamanının havasını veriyor. O dönemin diline ne kadar yaklaşılırsa kitabın o denli gerçekçi olacağına ve okuyucuya geçeceğine inanıyorum.

Anlatım noktasında bir başka görüşüm ise bazı yerlerin hızlı geçildiği yönünde. O atmosferi daha çok yaşamak ve hikâyenin içine daha çok girmek için yavaş bir anlatımı yeğlerim; bunun bazı kısımlarda hissettirildiğini ve bir okuyucu olarak genel olarak böyle olmasını istediğimi de belirtmek isterim. 

Kendi adıma yapıcı eleştiri yapabileceğim başka bir durum yoktu. Kitabı genel havasıyla beğenerek okudum. Yüce tarihimize eşlik etmek, özellikle de içinden geçtiğimiz şu günlerde İstanbul'da yaşanan patlama söz konusuyken İstanbul ile ilgili bir kitap okumak hem zamanlama hem de içerik yönüyle bana ayrıca tesir etti. Belki de Mehmet Kutlu'nun Uzun Hikâye'sinde dendiği gibi her kitabın bir kaderi vardı ve bu kitap da kendi zamanında beni bulmuştu. Öyleyse, bu değerli kitaba dair yorumumu sevdiğim alıntılarla usulca sonlandırıyorum:

"Padişahın huzuruna çıkmıyorsun. Saygın takdire şayan lakin hiçbir milletim başka bir kulun önünde boyun eğmeyecektir."

"Onun için vatana ihanetin nedeni değil, er ya da geç bedeli olurdu."

Atatürk ve silah arkadaşlarına minnet duyarak, kutlu tarihimizi kaleme alan Umut Meriç Berberoğlu'na teşekkür ederek yazımı tamamlıyorum. Bir sonraki yazıma dek esen kalın.

- Aleyna Uluç

11 Kasım 2022 Cuma

Eğitim Yöneticisi ve Öğretmenler İçin Yönetimde Protokol Kuralları ve Kurumsal İletişim

Bu yazımda Arif Dede'nin kaleminden çıkmış, ilk basımı Mart 2021'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Eğitim Yöneticisi ve Öğretmenler İçin Yönetimde Protokol Kuralları ve Kurumsal İletişim adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Arif Dede, bu kitabında hedef kitlesi olarak eğitim yöneticisi ve öğretmenleri seçse de bence herkesin okuyabileceği bir kitap. Gerek iş hayatı gerekse özel hayatta lehimize işleyecek bilgileri bu kitap sayesinde edinebiliriz.

 Yazar, kitabında resmi ve anlaşılır bir dil kullanmış. Kitabın içeriğinde çok fazla jargon olmadığı ve yalın bir dille yazıldığı için yalnızca bahsi geçen meslek grupları değil herkes okuyup anlayabilir. Açıklayıcı anlatımın hâkim olduğu bu eserde örnekler de bolca mevcut. Böylelikle okuduklarınız aklınızda daha kalıcı hâle geliyor.

Kitapta dikkatimi çeken ya da faydalı bulduğum çok nokta oldu. Bunlardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Davette aynı kişi ya da yalnızca davet sahibi işe uzun süre sohbet edilmez, farklı kişilerle tanışma ve konuşma imkânı aranır."

"Resmi bir akşam yemeğine davet edilen çiftlerin, davete ya ikisi birden katılır veya hiçbiri katılmaz."

"Resmi davetlere çocuklar ve 18 yaşından küçük kimseler kesinlikle götürülmez."

"Yemek esnasında münakaşayı gerektirecek ve münakaşası hoş olmayacak politika, ölüm, hastalık gibi konular kesinlikle açılmaz."

"Hediyede pahalılık aranmaz. Hediye, verilecek kişiyi mahcup etmeyecek ve sıkıntı yaşatmayacak değer ve çeşitte olmalıdır."

"Bir kurumda insan ilişkilerinin (iletişimin) olumlu olması, çalışanların bütün enerjilerini işini daha iyi yapmaları yönünde kullanmalarını sağlar. Aksi takdirde enerji insan ilişkilerinden kaynaklanan sorunları aşmaya yönelir."

Kitabı genel olarak beğendim. İnsanın genel kültürünü arttırmada da büyük rol oynuyor. Gözüme çarpan bazı yazım hataları dışında eleştirebileceğim bir nokta bulunmamakta. Yazarı verdiği emeklerden ötürü kutluyor ve yazı hayatının başarıyla sürmesini diliyorum.

Kitabı aşağıdaki bağlantıya tıklayarak temin edebilirsiniz:

https://kutluyayinevi.com/magaza/urun/egitim-yoneticisi-ve-ogretmenler-icin-yonetimde-protokol-kurallari-ve-kurumsal-iletisim-arif-dede/

Bir sonraki yazımda görüşene dek esen kalın.


- Aleyna Uluç

2 Eylül 2022 Cuma

Geç Kalıyorsun

 Bu yazımda Ferudun Çınar'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Haziran 2022'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Geç Kalıyorsun adlı kitaptan bahsedeceğim.

Yazar, bu kitabını HİKROM (Hikâye - Roman) tarzında yazdığını belirtiyor. Böyle bir türü daha önce duymamıştım, belki de yazara özgüdür. Kitabın içinde birbirinden ayrı hikâyeler bulunmakta, aynı zamanda bazı hikâyelere sayfalar ardından tekrar dönülüp bağlantı kuruluyor ve bu da birbirinden ayrı iki türün harmanlanmasını ortaya koymuş oluyor. Bu türü oldukça özgün buldum ve beğendim.

Yazar, kitabında tanrısal anlatıcı denilen anlatımı kullanmıştır. Şahsi olarak romanlarda en çok bu anlatımı beğeniyorum çünkü karakterlerin her birine geniş bir perspektif ile bakabiliyorsunuz.

 Yazarın kalemini beğendim, yalın ve başarılıydı. Özellikle diyalogları çok iyi yazdığı fikrindeyim. Hiçbir diyalog sırıtmıyor, kitabın içinde yapay durmuyordu. 

Kitaba dair en beğendiğim şey sürekli şaşırıyor olmamızdı. Özellikle son sayfalarda... Beni şaşırtan, aynı paragrafı şaşkınlık içinde tekrar okumamı sağlayan kitapları seviyorum. Kitaba dair naçizane eleştirim ise çok fazla sayıda karakter olmasından mütevellit yaşanan kafa karışıklığı olacak. Bir romanda karakter zenginliği çok doğaldır fakat bu kitap hikâye - roman karışımı şeklinde yazıldığı ve birinden birine geçildiği için okurken bende çok büyük bir kafa karışıklığı yarattı. "Kim kimdi, şu an ne oluyor?" diye pek çok kez duraksadım. Bunu önlemek adına cümle içlerinde karakterlerin isminin ve vasıflarının daha çok tekrarlanmasını yeğlerdim.

Kitapta bir sahnenin birden kesilmesi, farklı sahneler ardından o sahneye tekrar dönülmesi bana bir dizi - film havası verdi. Bence bu kitap hem bu tekniği hem de ters köşeleri ile bir senaryo olarak yazılmaya oldukça uygun. 

Yazarı verdiği emeklerden ötürü kutluyor ve yazı hayatında başarılarının devamını diliyorum.

Esen kalın.

- Aleyna Uluç

1 Eylül 2022 Perşembe

Ayak İzleri

Bu yazımda Hatice Meraklı'nın kaleminden çıkmış, ilk basımı Ekim 2019'da Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Ayak İzleri adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Hatice Meraklı, Ayak İzleri kitabında Almanya'da yaşadıklarını ve bazı konulardaki fikirlerini paylaşarak anı - deneme türleriyle harmanlanmış bir eser ortaya koymuştur.

Neredeyse hepimizin Almanya'da yaşayan bir tanıdığı vardır ya da az çok Almanya hakkında bilgiye sahibizdir. En basitinden Alman çikolatası diye aklımızda yer edinen bir detay vardır. Bu kitapta ise ben bunlardan çok daha fazlasını, Alman insanını ve yaşam biçimini tanımış oldum. Yazarın kendi anıları üzerinden gerçek insanlara, gerçek anlara şahit oldum. Anı kitabı okumak birinin anılarına ortak olmak gibi aslında, öyle değil mi? Ben daha önce bu türde iki üç kitap ancak okumuştum, bu kitap da onlardan biri oldu ve çok sevdim.

Yazar yalnızca anılarını değil, denemelerini de paylaşmış kitabın içinde. Kalemini ve düşüncelerini beğendim, en çok da beni daha önceleri zihnimde yeşeren düşüncelerden yakalayan cümleleri sevdim. Hani bazen bir şey okursunuz ve "Evet evet, tam olarak bu!" diye düşünürsünüz ya, işte bende bu etkiyi uyandıran ve içimdeki taze hisle kalemimin kapağını açıp altını çizdiğim o cümlelerden bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Bir şeyi ancak içinde kaybolan bilebilirmiş!"

"Ötelediğimiz ne çok şey var, sonra dediğimiz. Yarın yaparım, yarın gelirim, yarın özür dilerim, yarın yürüyüşe çıkarım. Ne acıdır ki, fark etmeyiz asıl ertelediğimizin kendi hayatımız olduğunu!"

"Dikkatini en çok nerede toplarsa oradan yeni şeyler gösteriyormuş hayat dediğin."

"Hayatımıza bir şekilde dâhil olan her bir insanın bir misyonu olduğuna inanıyorum artık. Acı tatlı, iyi kötü ne yaşarsak yaşayalım bizlere bıraktığı birtakım dersler, birtakım kazanımlar oluyor muhakkak. Burada önemli olan hangi açıdan baktığımız belki de. Her insandan bir şey öğreniyoruz mutlaka, verebileceği hiçbir şey olmayıp sadece alandan bile, en azından kendimizi öğreniyoruz."

Ve çocuklardan bahseden o ışıltılı cümleler:

"Sizin sevgi dersi öğretmeninizdir. Sizin 'daha iyi bir insan olma dersi' öğretmeninizdir. Siz onu eğittiğinizi, büyüttüğünüzü zannederken aslında o sizi eğitiyor, büyütüyor, yoğuruyor, pişiriyordur. Hayata bahar yönünde pencereler açandır çocuk."

Bu cümleler sizin de içinizi açmıyor mu sahi? Ben yazarın anılarından kendime pay çıkarıp yeni şeyler öğrenirken denemelerinden de hayat dersi heybeme güzellikler doldurup kitabı bitirdim. 

Kitapla ilgili naçizane tavsiyelerime gelecek olursak daha önce başka yerde duyduğum hikayelerin alıntılanmasını istemezdim, sadece yazara ait olan denemelerin olması, ara ara diğer hikayelerden kısa alıntılar yapılması bana göre daha iyi olurdu. Çok fazla olmasa da yazım, noktalama hatalarının da gözden geçirilmesini öneririm.

Yazarı verdiği emeklerden ötürü kutluyor ve yazı hayatında başarılar diliyorum.

Esen kalın.


31 Ağustos 2022 Çarşamba

Güneş Yağmuru

 Bu yazımda Hayriye Göztaş'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2022'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Güneş Yağmuru'ndan bahsedeceğim.

Üç anne, üç baba ve dört çocuk... Hepsi bir dağ evinde toplanıp hayatın stresinden uzaklaşmıştı. Babalar birbirleriyle keyif içinde vakit geçiriyor, anneler birbirine hemdert oluyor, çocuklar küçük mutluluklarını yaşıyordu.

Tam o anda yaşanan tek bir an her şeyi tuzla buz etti. Mutluluk ardında kırıntılar dahi bırakmadan kayboldu. Hüzün tüm kasvetiyle üzerlerine çöktü. Her biri sonbaharda savrulan yapraklar gibi bir yana savruldu. O gün hepsi eksik parçalarla dağıldı.

Hikayenin bu kısmından sonra birbirinden kopan parçaların sonraki yaşamlarına tanık olduk. Karakterlerin yaşamlarını öncesi ve sonrası olarak okuduk. Kitabın bölümlerinde farklı karakterlere ve zaman dilimine geçilmesi hikayenin merak duygusunu oldukça yüksek tutmakta. Sanki okuyucu olarak size dağılmış bir yapboz veriliyor ve parçaları bulup doğru yere yerleştirmeniz isteniyor gibi... Okurken tam olarak böyle bir hissiyat aldım. Yazarın kullandığı bu yöntemi çok beğensem de benim için tek eksisi kafa karışıklığı oldu, zaman zaman şu anda kimi okuyorum diye düşündüm. Bazı yerleri tekrar gözden geçirdiğim oldu.

Karakterlerin çok iyi tasarlandığını düşünüyorum. Çok sayıda karakterin önde olduğu hikayelerde yazarın her bir karakteri okuyucuya hissettirmesi zordur ve bence yazar bunu çok iyi başarmış. Birbirinden çok farklı karakterleri kendi pencerelerinden bize aktarmış. Sitemlerini, içsel dünyalarında olanları, yaşadıklarını anladım, hissettim. 

Yazarın anlatımını çok beğendim. Daha önce kendisinin Yamalı Koza isimli kitabını okuyup yorumlamıştım. Yamalı Koza'da da anlatımını beğenmiştim, henüz çok yeni olan Güneş Yağmuru'nda ise yazarın kalemini epey güçlendirdiğini hissettim.

Bölüm başlarında edebiyat dünyasının önemli isimlerinden alıntılar yapılması benim çok sevdiğim bir detay oldu. O bölümün temasına uygun bir sözü okuyarak bölüme başlamak güzel bir ayrıntıydı. 

Bence bu kitap kurgu bakımından bir film senaryosu olmaya müsait. Belki ileride yazarımız kitabın içeriğini genişletip bir senaryo haline çevirebilir, kim bilir? 

Kitaba dair naçizane iki önerim var. İlki, devrik cümlelerin daha seyrek olması. İkincisi ise bazı yerlerin daha yavaş bir şekilde işlenmesi çünkü bence bu kurgu detaylı işlenmeye çok uygun. Çok sayıda karakter ve olay olduğu için daha uzun olmasını, olayların daha yavaş akmasını yeğlerdim. 

Yazarı emeklerinden ötürü kutluyor ve yazı hayatında başarılar diliyorum.

Esen kalın.

- Aleyna Uluç

30 Ağustos 2022 Salı

Ay Çekirdeği

 Bu yazımda Hüseyin Eren'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de Kutlu Yayınevinde gerçekleşmiş olan Ay Çekirdeği adlı kitaptan bahsedeceğim. 

Ana karakterimiz Ayşe, çok merhametli, iyi niyetli bir kızdır. Kalbinden kimseye karşı bir kötülük geçmez. Bu güzel yönleriyle herkes tarafından sevilen biridir. 

Ayşe ile babası arasında sevgi dolu bir bağ vardır. Babası Cevdet Bey'in bir gün kızına Ay Çekirdeği diye hitap etmesiyle beraber Ayşe artık Ay Çekirdeği diye anılır ve kitabımızın ismi de buradan gelir...

Kitabımız, Ay Çekirdeği'nin çocukluk yaşlarından başlayarak uzun bir zaman dilimini kapsamakta. Hikâyenin başlarında birbirinden hoşlanan Ay Çekirdeği ve Ali'nin birbirlerine kavuşma sürecine şahit oluyoruz.

Ali ile Ay Çekirdeği'nin birbirlerine kavuşmaları ne kadar kolay olduysa kavuştuktan sonraki süreçleri de bir o kadar zorlu olmuştur. İşte mücadele dolu hikayeleri okumayı sevenleri tam burada yakalıyor yazar, doğru yerdesiniz!

İyi günde herkes iyi, peki ya mutsuzluğa da var mısın?

Bence Ay Çekirdeği'nin teması bu söz. Ali ile Ay Çekirdeği maddi durumlar, insanların onu kullanması, beklenmedik kötülükler ve dahasıyla mücadele ederken aşkları da bir sınava tabi tutuldu.

"İkisinin sevgisi bedenen veya bir başka amaç uğruna değil, kalben gerçekten aşk uğruna kurulmuş bir sevgiydi. Para, mal mülk veya başka şeyler bu aşkı yıkacak kadar güçlü değildi."

Peki sizce bu hep böyle mi sürmüştür? Cevabını merak ediyorsanız Ay Çekirdeği'ni okuyabilirsiniz.

Gelelim şimdi şahsi yorumlarıma. Öncelikle kitabın konusunu ve karakterleri gerçekçi buldum. Ali'nin ailesine karşı bile sınırlarını çizememiş olması, her şeyi alttan alıp göz yumması, etrafındaki fettan insanlar çok gerçekti. Okurken çoğunuz bunları tanıdık bulacaktır. 

Ben Ali'nin başına gelen neredeyse her şeyin sınırlarını çizemediği için olduğunu düşünüyorum. Bu konuda hepimize ders verecek nitelikte olaylar yaşıyor. Hayır diyememek, başkalarının boyunduruğu altına girerek kendi hayatından çalmaktır. Ne yazık ki Ali de böyle yaptı. Sizce dersini alıp değişmiş midir?

Yazarın anlatımını sevdim. Naçizane birkaç tavsiyem var. Cümlelerdeki yazım ve noktalama hataları okurken dikkat dağıtabiliyor. Bazı cümlelerdeki kopukluk, anlatım bozukluğu da okuma esnasında akıcılığı önlemekte. 

Kitabın içindeki romantik cümleleri beğendim fakat bazı yerlerde fazla buldum. Günlük bir konuşma içinde Ali ile Ay Çekirdeği'nin şairsel bir dille konuşması bana gerçekçi gelmedi. Okurken kafamda canlandırmak güç oldu. Bu diyalogların daha az ve yalnızca duygusal yakınlaşma kurulan anlarda olmasını öneriyorum.

Kitabın sonlarına doğru olan bir olay beni şaşırttı. Okuyuculara ipucu vermek istemediğim için pek detay vermeyeceğim fakat o olayı karakterle tutarsız buldum. Aynı zamanda bu kadar hızlı işlenip geçilmesi ve bir anda unutulması bana çok yüzeysel geldi. 

Kitapla ilgili genel yorumlarım bunlar. Yazarı emeklerinden ötürü kutluyor ve yazı hayatında başarılar diliyorum.

Esen kalın.

- Aleyna Uluç

2 Ağustos 2022 Salı

Bizim Kitabımız 3 - Yelhuder'in Maceraları

 Bu yazımda Müberra Nurten Yıldız'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Haziran 2022'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Bizim Kitabımız 3 - Yelhuder'in Maceraları adlı kitaptan bahsedeceğim.


Müberra Nurten Yıldız, Bizim Kitabımız adlı çocuk kitabı serisinin 3. kitabı olan Yelhuder'in Maceraları kitabında bir çocuğun kendi deneyimleriyle hayat dersleri almasını konu alıyor. 

"Çocuğa sürekli yapma deyip de onunla zıtlaşmak yerine, eğer ona çok zarar vermeyecekse biraz acı çekerek deneyim kazanmasına fırsat vermek lazımdır. Bu, çocuğa merhametsizlik değil, bilakis merhamet etmektir." diyor yazar ön sözde.

Yelhuder'in Maceraları bir çocuk kitabı olmasına karşın okurken ben de kendime paylar çıkardım. 

Kitap çok akıcıydı ve bence bu özellik kitabı diğer çocuk kitapları arasında öne çıkaracak bir özellik. Çocukları sıkmadan kitap okumayı sevdirecek nitelikte.

Yelhuder karakterinin çok iyi işlendiğini düşünüyorum. Okurken sanki gerçekten öyle bir çocuk varmış gibi hissettim. Tepkileri, konuşma şekli, hareketleri gözümün önünde canlandı. Kendi içinde yaşadığı içsel çatışma ise beni yer yer güldürdü. Yazarın dili eğlenceliydi.

Yelhuder'in yaşadıkları beni hem güldürdü hem de ders verdi. İyi bir çocuk kitabı arayan herkese bu kitabı gözüm kapalı öneriyorum. Yazarı emeklerinden ötürü kutluyor ve başarılarının devamını diliyorum. 

Bir sonraki yazımda görüşene dek esen kalın.

Aleyna Uluç


1 Ağustos 2022 Pazartesi

Meral Kurtipek ile Söyleşi

 Bu söyleşimde 2020'de Taçlandıran Hastalık adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Meral Kurtipek'i konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Ben Hafız Yazar Meral KURTİPEK. Kas erimesi hastasıyım. Bundan 7 yıl önce evde ders yapıp telefonla hocama ezber vererek hafız olmayı başardım. Sonrasında bu başarı öyküsü TAÇLANDIRAN HASTALIK kitabına dönüştü. TRT diyanet tvde belgesel, Bekir Develi ile de program çekimleri yapıldı. YouTube da hala mevcut. Yenilerde deneme türü olan ikinci kitabım Vesselam okurlarıyla buluştu.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

“Aleme Bir Yar İçin Ah Etmeye Geldik” psikoloji kitabıdır. İki değerli üstadın söyleşilerinden oluşan bir kitaptır. Ruhuma iyi geldiğini ve yalnız olmadığımı hissediyorum.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim kısım yazarlarımız çoğunlukla olumlu ya da olumsuz batılı düşünürlerden çok örnek vermişler. Bizim kültürümüze ait olmayan hiçbir şey ilgimi çekmiyor.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Türk edebiyatından veya İslam medeniyetinden günümüze kadar uzanan üstadlarımızın ismini daha fazla zikrederdim. Hocamız da zikretmiş ancak diğer düşünürleri daha çok kullandığını gördüm.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

“Kemal Sayar” çok beğeniyorum hem konuşması hem yazması bana hitap ediyor. Zaten son okuduğum kitap da Kemal Sayar ve Saadettin Ökten hocanın söyleşilerine ait. Rasyonel bakış açıları, İslam medeniyetinden günümüze yer yer uzantılar yapmaları beni en çok etkileyen kısımlar oldu. Yukarıda da dediğim gibi daha fazla bu hususlara değinmesini isterdim.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Her türden kitap okumalarını tavsiye ederim. Tüm kitapları beğenmeyebilirsiniz ama mutlaka fikir sahibi olursunuz. Genel kültür seviyeniz genişler ve olaylara bakış açısınız daha farklı olur. En önemlisi de hiç canınız sıkılmaz ve yalnız kaldığınızı hissetmezsiniz.

Turan Gökmenoğlu ile Söyleşi

 Bu söyleşimde 2019'da Taşçı, 2021'de Mavi Yosun ve Gönen'den Ayancık'a Ömer Seyfettin adlı öykü  kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkan Turan Gökmenoğlu'nu konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Bir masal dünyasında geçen çocukluğumun bana kazandırdığı ve mayama eklediği doğa dostu, mozaik sanatçısı, şair ve yazar.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Patrick Wihite/Woss. Bu kitabı ilk kez okumaya başladığımda, ayracı yaklaşık yarısında tutarak bir tarafa kaldırdım. O zamana kadar kısa öyküler, şiir ve makaleler yazmıştım. Ama bu kitabın yarısına kadar geldiğimde değişime uğradığımı düşündüm. 1973'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Avusturalyalı yazarın kitabını Nihal Yeğinobalı dilimize çevirmiş. Ben böylesine lezzetli ve renkli bir anlatımla ilk kez karşılaştığımı düşündüm. Bu yazarın olduğu kadar çevirenin de başarısıydı bence.

Dilinden ve anlatımından öyle çok etkilendim ki, daha sonra Dudağımda Yoku Kaldı Sevdanın adını alacak öykümü yazdım. Öyküye son noktayı koyup, bu başucu kitabımı kaldığı yerden okumayı sürdürdüm. Bazı kitaplar vardır ki bir kez okumak yetmez. Tıpkı kendi kitaplarımda olduğu gibi, birkaç kez okudum bu kitabı. Her defasında, bir öncekinde bulamadığım veya kaçırdığım tatları tekrar tekrar buldum. Kitap bitti ama benim yazdığım öyküler bitmedi.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Bu kitap, kaba saba yapılı Alman gezginin, Avusturalya'nın el değmemiş topraklarına yaptığı büyülü bir yolculuğu anlatıyor. Bu yolculuk sırasında tanıdığı, etkilenip sevdiği ve her gittiği yerden ona, gördüğü yerleri anlatan mektuplar yazdığı, ilginç ve sürükleyici bir gezi ve macera romanı bu. Aradım taradım ama beğenmediğim bir yere rastlayamadım.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Yazarın anlatımı ve konu seçimi hakkında söyleyebileceğim pek bir şey yok. Bazen kendimi çevirmenin yerine koyduğum anlar oldu sadece. Ben olsam bu bölümleri şöyle çevirirdim dedim ama, bazı çevirilere de öyle hayran kaldım ki, yazar ile çevirmeni baş başa bırakmanın çok daha yerinde olacağı kanısına vardım.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi

etkiledi?

Dilinin rengi ve akıcılığı nedeni ile en çok etkilendiğim yazarların başında gelir Patrick Wihite. Çocukluğumuz aynı topraklarda geçtiği ve çocukluğumuz çok benzeştiği için Ömer Seyfettin. Sinopkokulu şiirleri nedeniyle Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, Sinan Akyüz, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Nazım Hikmet ve Ahmet Arif, Cemal Süreyya, Gülten Akın, Bekir Yıldız, Wilbur Smith, Khaled Hosseini, Necib Mahfuz hem en beğendiğim, hem de öykü, roman ve şiirlerinden etkilendiğim yazar ve şairler. Zaman zaman öykü ve şiirlerimde aynı duyguları, sevgiyi ve özlemi paylaşırım.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Kulağınız size güzel şarkı söylemeyi öğretir.

Yaşadığınız doğa sizi şair ve yazar yapar.

Herkes kumsalda yürür ve denize girer. Siz deniz kabuklarını, kumu, çakıl taşlarını ve kaya

parçalarını toplayıp esere dönüştürürsünüz.

Başkaları yağmurdan kaçarken, siz doğada yarı değerli ve değerli taşları aramaya çıkarsınız.

Herkes uyurken yeni hikayeler yazarsınız yatağınızın içinde dönüp dururken. Şiirlerinizi

bestelersiniz, okursunuz.

Bazen 7-8 kitabı aynı anda okumaya çalışırken, birkaç kitabı aynı anda yazarsınız.

Karşılaştığınız her şeyi sanat eserine dönüştürecek bir kalbiniz vardır.

Renkliyi siyah-beyaza, siyah ve beyazı renkliye dönüştürme yeteneği kazanırsınız zamanla.

Eliniz ve ayağınız yara bere içinde iken bile taşları kesmeye, gözleriniz yorgunluktan kapanırken

yazı yazmaya devam edersiniz.

Kötülük düşünmeye, kıskançlık yapmaya fırsat bulamazsınız. Sevgi ile yoğrulduğunuzu anlarsınız.

Yaşadıklarınızı ve yaşamadıklarınızı okuyucularınızla paylaşırsınız.

Dönüp baktığınızda, eteğinizde biriken on altı kitabı fark edersiniz...

Turan Gökmenoğlu

İstanbul, 31.07.2022

www.turangokmenoglu.com

Terlan Nezir ile Söyleşi

 Bu söyleşide 2020'de Patron, Soy Bağı, Ninemin Rüyası, "Hayat, Estetik ve Sanat" ve 2021'de Şansın Cilvesi adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Terlan Nezir'i konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

1 Mart, 1951yılında Azerbaycan'da doğdum. Yabancı Diller Üniversitesini bitirdim, evliyim, iki oğlum var.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Dr. Sait Yılmaz'ın 21. Yüzyılda Güvenlik ve İstihbarat adlı kitabı. Milli ve uluslararası güvenlik ve istihbaratın bilimsel ve teorik temelleri açıklanıyor. Dedektif roman yazıyorum. Bazı bilgilere ihtiyacım vardı. Çok yardımı oldu.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim kısım odur ki, eleştirilecek bir şey bulamadım.

4-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Sevdiğim yazar çok. Ama mecbur birini söylemem gerekiyorsa, Ahmet Haşim. Hayatta kimsenin göremediğini görebiliyor okura sunuyor.

5-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Dijital ortam. Bak, gençler bu ortamdan ayrılsınlar dersem yanlış olur. Dozunda kullansınlar, gerçek hayata dönsünler, kitapları kendilerinden küstürmesinler. Çünkü kitaplar onları çok seviyorlar. Herkese, tabii ki, sağlık, sevinç, mutluluk dilerim. Biraz da gam. Aksi halde denge bozulur.

Halil Kalkan ile Söyleşi

Bu söyleşide 2016'da #Hayat ve 2018'de Vefa adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Halil Kalkan'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

6 Aralık 1973 yılında, 9 çocuklu bir ailenin ikinci çocuğu olarak, Trabzon'un Çatak köyünde dünyaya gelmişim. İlköğrenimimi, tek sınıflı ve tek öğretmenli tabeladan ibaret bir okulda doğduğum köyde tamamladıktan sonra orta öğrenimimi Bursa’da, üniversite eğitimimi ise doğduğum şehir olan Trabzon’da tamamlayarak İstanbul’da çalışma hayatına atıldım. #hayat ve Vefa isimli 2 kitap ve çeşitli platformlarda yayınlanmış 100 civarında makalesi olan bir yazardan daha çok naçizane yazmaya çalışan bir faniyim.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Öncelikle belirtmeliyim ki, ben kitaptan daha çok makale okumayı seven biriyim ama vakit buldukça da kıymetli yazarlardan güzel kitaplar okumaya gayret etmekteyim. Bu kapsamda 2021 yılı Mayıs sonrası için okumayı planladığım ve satın alıp okuma sırasına koyduğum 20 kitabım var. Okuma listemde ilk sırada bulunan Sezai KARAKOÇ’un İSLAMIN DİRİLİŞİ adlı kitabını okudum.

Kitabımız “İslam’ın Dirilişi” ve “İslam’ın Çağrısı” ana başlıkları altında 13 küçük başlıktan oluşuyor. İslâm halklarının yeniden kendilerini bulmaları için her şeyden önce, İslâm Aydını”nın gelmesini, onun gelmesi için de, bir düşünce dirilişinin şart olduğunu işliyor.

Kitap ne anlatıyor?

Bu soruya kitaptan bir alıntı ile cevap vermek isterim.

“İslam Halklarının yeniden kendilerini bulmaları için, her şeyden önce, “İslam Aydını’’nın gelmesi, onun gelmesi için de, bir düşünce dirilişi şarttır. Düşünce dirilişi olmaksızın inançta diriliş gelişemez. İnanışta diriliş olmaksızın da duyuşta, duyarlılıkta, yani sanat ve edebiyatta diriliş başlayamaz. Tanzimat’tan çok önce, bir düşünce durgunluğuna girdiğimiz doğrudur ve gerçektir. Tanzimat’tan sonra da, genel olarak bu durgunluk sonuna kadar gelişerek hiç düşünmemeye kadar varmıştır. Veya daha kötüsü, sağduyuda kaynağını bulamayan ters bir düşünce akımı, o da cılız ve sık sık kuruyarak gelişip durmuştur. Kopya bir düşünce akımı yani.”

Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Sezai Karakoç’a ait İSLAMIN DİRİLİŞİ isimli bu kitap, Nisan 1966‘dan Mart 1967’ye kadar, Diriliş Dergisinde Diriliş imzasıyla yayınlanan başyazılardan oluşmuş bir eserdir. Ülkemiz ve gönül coğrafyamızda son yıllarda büyük bir diriliş mücadelesi verilmektedir. Diriliş konusunun özdeşleştiği şair, yazar, mütefekkir ve siyasetçi gibi birçok sıfatı kendisinde toplayan Sezai KARAKOÇ’tan bu konuyu okumanın isabetli olacağını düşündüğüm için bu kitabı okudum.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

“Düşünce köklerimiz ve düşünce kaynaklarımız kireç bağlamış gibi, içine girdiğimiz hiçbir değişme oluşunu kritik edemiyoruz. Düşünce alanında tam bir aktarıcıyız. Hatta aktarmaya bile yetişemiyoruz. Üniversiteler tarihini köklerinden koparmış yapma eserlerdir. Fransız, İngiliz, Amerikan veya Rusya kültürü merkezlerinin bir şubesi gibidir. Genel akımında ve ilim alanında bir ekol değerleri ve iddiaları yoktur. Eğitim ve öğretim bütününde ne tarihçi, ne deneyci bir metot vardır. Aktarmacılıktır temel olan. Değil sürekli ilim çalışmaları, günlük önemli siyasi problemlerimizde bile, buradaki peykleri aracılığıyla ‘’Dış Basın’’ denen batı kafası, bize en yarayışsız çözümü empoze eder. Sanki biz düşünmekten korkarız da bizim yerimize o düşünür. Deneyci metodun düşünce dirilişimizdeki durumu budur. Aktarmacı metot ise, bir ruh ve kafa köleliği olarak, doğrudan düşünceyi öldürür. Çalışmayan zekâyı köreltir. Eski muhteva yeni bir terminolojiyle yaşatılmakta, toplumdaki her türlü diriliş davranışları gelecekte vadedilen bir kurtuluş adına boğazlanmaktadır. Yeni modaya kapılan entelektüel, yalnız büyük geçmişimizi değil, kendinin yakın düşünce geçmişini de bir anda unutuvermiştir.”

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Ben kendim olmayı seven biriyim. Bir konuda yazacağım zaman baktığım pencereden ne gördüysem onu kendi sözcüklerimle ve mümkün olan en yalın anlatım şekliyle anlatmaya çalışırım. Süslü veya edebi cümleler kurmak gibi bir derdim yoktur. Yazacağım konuda detaylı araştırma yapar farklı kanallardan o  konuyu bir bal arısının çiçek özlerini gezip kendine yarayan kısmını seçip alması misali araştırdıktan sonra, süzgecimden geçirir kendi rengim, kendi bakış açım ve kendi cümlelerimle okura aktarmaya gayret ederim. Eğer bu kısmı ben yazacak olsaydım bu kısmı alıntılar ona dair kendi yorumlarımı ise devamında yazardım.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

İlk kitabımı yazacağım zaman o konuda yazılmış en çok okunan 10 civarında kitabı inceledim. Bu incelemeler sonucunda ne yazmam gerektiğinden daha çok, ne yazmamam gerektiğine kanaat getirdim ve oturup yazmaya başladım. Kendimi bildik anlamıyla bir yazar olarak görmediğimi, sadece yazmaya çalıştığımı belirtmek isterim. Elbette yazılarından etkilendiğim ve takip edip istifade ettiğim yazarlar var. Bir arı misali onlarda güzel bulduğum çiçek özlerini toplayıp kendi süzgecimden geçirdikten sonra kendime özgü bir bal yapma gayreti içerisindeyim.

6) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Kitap veya herhangi bir şey alırken, ihtiyacım olan şeyleri almaya dikkat ederim. Okurlara önerim, reklamlarla yönlendirildikleri kitapları değil de, ihtiyaçları olan, gönüllerine dokunan, hayatlarına renk katan, hüzünlerine ortak olan, umutlarını kırmayan, toplumun değerleriyle barışık, kendilerinden bir şeyler buldukları, güzel yazarları ve onların kitaplarını okumalarıdır.

Hasan Yıldırım ile Söyleşi

Bu söyleşide 2021'de Nisanın Gözyaşları adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Hasan Yıldırım'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Hayata hep içsel olarak bakan biriyim, çünkü şiirin nereden çıkacağı hiç belli olmaz. Hayata maddi gözlerle değil manevi gözlerle bakılmalı derim, çünkü: “Dikkat şiir çıkabilir...”

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

En son okuduğum kitap Fyodor Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” adlı kitabıydı. Bir insanın suçunu kabul edip ama buna mukabil yaşadığı içsel çatışmayı anlatan sürükleyici bir kitap. “İnsan nefsinin avukatıdır,” sözünü en iyi anlatan bir kitap olarak değerlendiriyorum. 

İnsanların yaşadığı olaylar karşındaki ruh hallerini daha doğrusu insan analizi yapmayı seven biriyim. Bu kitap da bana bu konuda yardımcı oluyor. Bir insanın vicdanıyla ve aklıyla yaptığı büyük savaşı en güzel şekilde anlatan bir kitap.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Raskolnikov, yani kitabın kahramanı olan üniversite öğrencisi genç, kitabın başlarında nazik, sessiz, kendi halinde, merhametli bir insan olarak lanse edildiği halde, işlediği cinayetin, kişiliğine aykırı, tam bir canice olması beni şaşırttı doğrusu.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Cinayet anında Raskolnikov’un, kişiliğine uygun olarak, daha sıradan ve iç ürpertici olmayan bir suç işlemesini sağlardım. Mesela kurbanını boğarak öldürebilirdi.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Kalemini sevdiğim yazarlar var elbette ama bana ilham olan yok diyebilirim. Çünkü benim tarzım bana ait ve insan tarzını ister istemez koruyor. En çok beğendiğim şair ise Cemal Süreya.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okuyan insanlara aslında çok diyecek bir şey yok. Okuyan insan düşünen insan demektir ve düşünen insan da elbette bir şekilde doğruyu, hakikatı bulacaktır. Bunun yanında okuyanlara diyeceğim tek şey, seçici olun ve kalite okuyun. Kaliteli yazılar ve şiirler düşüncenizin de kalitesini arttıracaktır.
Okumayan insanlara da “okuyun” demekten başka bir şey aklıma gelmiyor.

Yeşil Bozlak ile Söyleşi

  Bu söyleşimde 2020'de JÖH - PÖH Silopi Hendeklerinde ve 2021'de Nusaybin Hendeklerinde - JÖH PÖH Komandolar adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Yeşil Bozlak'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Ömrünü vatana, millete ve bayrağa adamış bir TÜRK ASKERİ.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Mehmetçik Olabilmek. Bu kitapta: Emekli bir komutanımızın harbiye den mezun olduktan sonra ilk doğu görevine gitmesinden emekli olana kadar görev yaptığı yerlerdeki yaşanmışlıkları, tecrübeleri, şahit oldukları, duyduklarını birleştirerek ''MEHMETÇİK OLMANIN'' ne demek olduğunu anlattığı bir kitaptır. Niçin okuma gereksinimi duydum. Çünkü yaşanmışlıklarımız ortaktı. Yaşanmışlıkları farklı biz gözle görmek istedim. 

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

''Gecenin sessizliğini yırtan ve 5-10 saniye kadar süren o korkunç sesi duydum. Kulaklarım da hala çınlayan o ses ile donuş, bir santim bile kıpırdayamamıştım. Parrrrrrr Aklım hedef küçültmek için yat, çömel, dese de, iş işten geçmişti. Bu kadar yakın bir mesafeden makinalı tüfek ile taranmışken yere yatmak için fırsat olabilir miydi?''

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Gecenin zifiri karanlığın da zamanını dahi hatırlayamayacağım şiddetli bir ses duydum. Yerimden kımıldayamamış. Öylece kalmıştım. İçimden tam siper yapıp yere yatmak istesem de bunu becerememiştim. Çok yakınımda meydana gelen bu şiddetli ses karşısında çaresiz kalmıştım.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Turgut Özakman, Dili sade, anlaşılır, betimleri açık. Olayları anlatış biçimi seni etkiliyor.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okuma alışkanlığı olan okurlarımızın: Çevresinde bulunan insanlara okumanın güzelliklerini ve insana olan katkılarını anlatmalı.

29 Temmuz 2022 Cuma

Nihan Göğman İle Söyleşi

Bu söyleşide 2019'da Kızıl Saçlı Beyaz Gözlü Kadının Geri Dönüşü adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Nihan Göğman'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Anlam, duygusal derinlik ve varoluş arayan biri.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Erendiz ATASÜ’ den ‘Kadınlar da Vardır’. Bu bir öykü kitabı. Sekiz farklı kadının çeşitli başlıklar altında yaşadığı sıkıntılarla birlikte (evlilik, annelik, kadınlık) hayata tutunuşunu anlatıyor. Erendiz ATASÜ uzun zamandır tanışmak istediğim bir yazardı. İlk kitabım deneme tarzında olan bir eser. Şimdi üzerinde çalıştığım kitabım öykü tarzında. Erendiz ATASÜ okumamın nedeni yazarı öykü türünde çok yetkin görüyor olmam ve bana rehberlik edeceğini düşünmem.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim bir yer oldu diyemem. Sadece sonlarını ya da olayların gidişatını değiştirmek istediğim yerler oldu. Yazarın ‘Bir Yüz- Bir Ters’ adlı öyküsünde ana karakter Nurten Hanım’ın evliliği süresince eşi Fikret Bey tarafından istismar edilmesi söz konusu. Öykünün sonunda Nurten Hanım’ın hastalanan ve eskisi kadar güçlü olmayan eşini terk etmesini diledim. Gene aynı öyküde Nurten Hanım’ın çok özenle hazırlandığı baloya kıyafetinin Fikret Bey tarafından hoş görülmemesi sonucu özencinin kırılması ve hazırlıklarının yok sayılması söz konusuydu. Bu bölümde baloda Nurten Hanım, hazırladığı beyaz tuvaletine hiç uymayan bir şal ile tuvaletini örtmek durumunda kalıyor. 

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

 Sanırım ben burada bir isyan bekledim. Nurten Hanım'ın baloda o şalı çıkarıp dans etmesini ve varoluşu için çabalamasını dilerdim.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Son zamanlarda vaktimin çoğunu öykü yazmaya ve öykü kitapları okumaya harcıyorum. Son zamanlarda beni oldukça etkileyen yazarlardan biri Fakir Baykurt. Kalemindeki incelik, kullandığı halk dili beni etkiledi. Toplumsal gerçekçi bu yazarın öykülerinde samimiyet ve doğallık çok hoş. Kısacası işlediği temalar ve bu temaları ele alış şekli beni etkiledi. Diğer etkilendiğim yazarlardan biri Nihan Kaya. Hem çok beğeniyor hem de çok taktir ediyorum. Bugüne kadar değinilmeyen ya da üstü kapatılan konulara yaptığı vurgu, mücadelesindeki kararlı direnişi kitaplarının hemen her sayfasında hissediyorum. Kadınlar ve çocuklar hakkında benim de yazacağım çok fazla şey olduğunu düşünüyorum. Bunun dışında Hakan Günday’ın romanlarında kişiyi içe çekiş hali ve gerçeğin karanlık yüzünü tasvirindeki muazzam başarı etkilendiğim diğer bir nokta. Alt teması güçlü olan ve insan psikolojisinin derinlerine inmeye cesaretlendiren bir yönü var kitaplarının. Bunlar şuan da ilk aklıma gelenler.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okumak direniştir. Direniş özgürleştirir. Özgür hissettiğimizde özgür hissetmeyenler içinde çabalayabilir, kendimizi ve yaşam amacımızı bulma konusunda daha cesur davranabiliriz. Okurlarıma söylemek istediğim tek şey her şey okumak ve okunduklarımız üzerine düşünmek ile başlar. Okuyalım ve düşünelim.

Eşref Bolukçu ile Söyleşi

Bu söyleşide 2020 yılında Hayata Olumlu Bak, Hayata Sevgiyle Bak, Sevgi Diliyle Çocuk Eğitimi, Başarı Seninle Başlar, Çocuklara Sevgi Diliyle Allah'ı Anlatmak ve 2021'de Bilinçli Anne Baba Mutlu Çocuk adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Eşref Bolukçu'yu konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Ben kişisel gelişim, eğitim ve anne baba rehberliği konularında yazıyorum.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Şu an okuduğum kitap Doğan Cüceloğlu tarafından yazılan “Var Mısın” isimli kitaptır. Doğan

Cüceloğlu bizim hocamız. Üniversite yıllarından beri kitaplarını okuyorum. Hatta bazı

kitaplarını üniversitede ders yardımcı kaynak kitap olarak okuduk. Hocamız geçenlerde ebedi

aleme göç etti. Ben hocamızın son kitabını, hocamız ölmeden bir hafta önce edinmiştim.

Kitap, kişisel gelişim alanında yazılmış bir kitaptır. Kendimizi daha iyi tanımak, kendimizi

tanımlamak, iletişim ve mutlu olmak için hayata bakışımızın nasıl olması gerektiğini

anlatmaktadır.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Kitap, söyleşi şeklinde yazılmış. Yani alışılmışın biraz dışında yazılmış.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Ben yazmış olsaydım bir söyleşi şeklinde yazmazdım. Belki birçok okur için okumayı daha

çekici hale getirecektir ancak bence söyleşi şeklinde olmamalıydı.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi

anlamda sizi etkiledi?

Üniversite öğrencisi iken de meslek hayatımda da etkilendiğim yazar Doğan Cüceloğlu’dur.

Kendi alanım olan psikoloji, anne baba rehberliği ve kişisel gelişim alanında yazdığı için

takip ettiğim, kendi yazılarım için bilgisine başvurduğum değerli bir yazarımızdır.

6) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Yazar, öncelikle okurdur. Yazmak, kişisel bir meziyettir. Ancak bu meziyetin gelişmesi için okumak gerekir. Ben yıllarca okudum. Okurken kısa da olsa yazdım. Bilgi birikimimden sonra kitaplarımı ancak 2020 yılında çıkarma durumuna geldim. Her okurun mutlaka okuduğu yazı ve kitap türleri ve yazı alanları vardır. Benim tavsiyem mümkün olduğu kadar her alanda okumaya çalışmalarıdır.

Şeyda Aksel ile Söyleşi

Bu söyleşide 2019'da Dört Yapraklı Yonca ve 2020'de Eyvah Annem Kayboldu isimli kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Şeyda Aksel'i konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Biraz uçuk biraz kaçık çok fazla anne :)

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Posta kutusundaki mızıka. Ali Ural’ın kaleminden mektup şeklinde yazılmış, muhteşem denemelerden oluşan bir kitap. Kelimeler sanki yazarın kaleminden değil yüreğinden dökülmüşler. Hepsi hayatın içinden sözler, vecizler, bazen de ayet ve hadisler... İnsana yeni ufuklar açan, iç dünyasına bir dost gibi sızıveren samimi bir kitap. Ben sürekli aynı değil de farklı türlerde kitaplar okumayı seviyorum. Bu benim için hem ilham verici hem de kalemimi zenginleştirdiğini düşünüyorum. A. Ali Ural da deneme türünde kalemini en beğendiğim yerli yazarlarımızdan.

3-) Bu kitapta en beğendiğiniz kısım ne oldu?

Sevgili Dost!
Bu sabah kuş sesleriyle uyandım. Ne güzel değil mi? Hayır, güzel değil! Açık penceremden ok gibi dalıp yastığıma saplanan karga sesleriydi. Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan güzel bir ötüşten mahrum oluşundan elbette. Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Beni fazlasıyla etkileyen bir kısım aslında. Durup durup hayatı, kendimi ve çevremi sorgulatıyor. Bu nedenle değiştirmek değil de eklemek istediklerim olabilir herhalde.
Dostluğun anlamını yitirdiğini dönemlerde, birine “dost “diye hitap edebilmek paha biçilemez bir değer. Tüm kavramların silikleşerek maddiyata dönüştü bu dünyada, herkes silkelenip kendine baksa keşke. Hani yıllardır bize verilen bir örnek vardır ya: “Herkes kendi kapısının önünü süpürse dünya tertemiz olur.” İşte herkes kendi gönül kapısını süpürse, eminim ki “insan” dendiğinde tekrar hatırlanacağız.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Farklı türlerde farklı isimler var tabii ki. Ali Ural'dan bahsetmiştim zaten. Onun dışında Tess Gerritsen, Mustafa Kutlu, Nurullah Genç, Turgut Özakman, İskender Pala...say say bitmez herhalde. Benim için farklı türlerde eserler okumak çok ilham verici. Bazen okuduğum bir makaleden bile etkilenebilir, dinlediğim bir şarkı ile bambaşka diyarlara yolculuk edebilirim. Artık dinlediğim sadece bir şarkı değil hayal dünyamın anahtarıdır.
Ben kalemin özgün olmasından yanayım. Evet sevdiğim pek çok şair ve yazar var. Fakat hiçbir zaman onlar gibi yazmaya çalışma çabam olmadı. Her insanın yaşı, bilgi birikimi, hayattaki yaşanmışlıklar, dünyaya bakış açıları farklı. Tabii ki birbirlerine ilham olabilirler ama kesinlikle özgün olmalıdır.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Hiç görmediğiniz yerlere gitmek, tanımadığınız insanların evlerine konuk olup onların hayatlarına dokunmak çok güzel. Bu zamana kadar okurlarımdan çok güzel, samimi ve içten dönütler aldım. Eserlerimi okuyarak beni yalnız bırakmayan tüm güzel yüreklere sevgiyle....

Mustafa Aslan İle Söyleşi

Bu söyleşide 2021 yılında Baybars - Adaletin Kılıcı adlı kitabı Kutlu Yayınevi'nde çıkmış olan Mustafa Aslan'ı konuk edeceğim.

1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Mustafa ASLAN; 1980, Osmaniye doğumlu ve eğitim yöneticisidir.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Şu an, İskoçyalı Yazar Sir Arthur Conan Doyle’un Sherlock Holmes serisini okuyorum. Yedisini bitirdim, sekizincisindeyim. Dünyaca ünlü polisiye eser. Aynı zamanda polisiye eserlerin okuyucu tarafından sevilmesinde etkili olmuş. Seride, başkahraman Özel Dedektif Sherlock Holmes’un hikâyeleri var. Olaylar, 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Londra ve çevresinde geçiyor. Yazar, hikâyeleri Holmes’in yardımcısı Dr. Watson’un diliyle anlatıyor. Nadiren Dr. Watson’ın kahraman olarak yer almadığı bazı bölümlerde Holmes’un diliyle anlatım var. Olayların anlatımında gözlem ve ayrıntılar çok önemli bir boyut kazanmış. Zaten bir anlatıda en önemli unsurlardan biri bu olsa gerek. Sherlock Holmes’da birbirinden bağımsız hikâyeler var. Bu hikâyelerde Dedektif Holmes ve yardımcısı Dr. Watson polisiye olayları araştırıp suçluları buluyorlar. 2000’li yıllarda Amerikalı Yazar Dan Brown’un Da Vinci Şifresi rüzgarı esmişti. Hangisini tavsiye edersiniz derseniz kesinlikle Sherlock Holmes derim. Niçin okuma gereksinimi duydum? Yazdığım romanları, tarihi kökleri olan polisiye-macera romanı olarak adlandırıyorum. İtiraf etmem gerekirse daha önce polisiye roman pek okumadım. İleride bu tarza devam edersem eksiklerimi tamamlaması ve polisiye olayları daha profesyonelce yazmama katkı sunması maksadıyla Sherlock Holmes’u okuyorum. Her ne kadar böyle düşünsem de gelecekte belki bu tarzı bırakıp başka bir tarza da geçiş yapabilirim.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Gayet başarılı buldum. Beğenmediğim bir kısım pek yok. Eserde İngiliz kurnazlığını baskın bir şekilde hissediyoruz. Fakat bu kurnazlık, müspet manada evrensel ahlak normlarına uygun, faydalı bir kurnazlık… Kısa kısa hikâyelerden oluşması okuyucu için bir avantaj. Her bölümde ayrı hikâye olmasını beğenmedim, demeyeyim de tercih etmezdim diyeyim. Tabii, bu müstakil hikâyeler, o zamanlar muhtemelen gazetede tefrika hâlinde yayımlandığı için gayet mantıklı.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Ben romanlarımda bir ana olay etrafında küçük hikâyelere yer veriyorum. Sherlock Holmes’da bu hikâyeler birbirinden bağımsız olarak okunabilir. Fakat benim romanlarımda bu mümkün değil. Yani ben kendi tarzımı uygulardım. Bir tepsinin içindeki ana yemek, pilav, çorba, salata gibi hepsini bir kompozisyon bütünlüğü içinde okuyucuya sunardım. Fakat romanımda yer alan bir karakteri ve onun hikâyesini okuyucu unutmamalıdır. Bu nedenle kanlı canlı bir eser teşkil etmek gerektiğini düşünüyorum.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Okurken kaleminden etkilendiğim yazarlar mutlaka olmuştur. Fakat yazarken bilinçli olarak hiçbirinden ilham almadım, dersem yalan olmaz. Belki bilinçaltından damıtma usulüyle beni etkilemiş olabilirler. Bilemiyorum. Yazarken alıntıladığım ya da bir yerden ilham alarak yazdığım bir cümle dahi yok. Bilimsel metinlerde alıntı ve kaynak olmazsa olmazdır; bizimki tamamen sanatsal ve kurgusal metin olduğu için bunlar söz konusu değil. Soruyla ilgili olarak şunu da söylemeden geçmek istemiyorum. Hikâyelerin ve romanların sinemaya ve televizyona uyarlandığını biliyoruz. Acaba bizim gibi sinema ve televizyonla yetişen Y kuşağının yazdığı eserlerde tam tersi bir etkilenme olabilir mi? Yani bir eserden ya da yazardan değil de sinemadan ya da bir televizyon dizisinden etkilenmiş olabilir miyim? Soruya tekrar dönecek olursak 20. Yüzyılın ilk yarısında yetişmiş yazarlarımızın çoğunu beğeniyorum. Biz onların eline su dökemeyiz. Kahramanları canlandırmada, duyguyu işlemede, dil güzelliğinde Cengiz Aytmatov, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Peyami Safa…

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okurlara çok şey söylemek isterdim. Fakat buna sayfalar yetmez. Kutlu Yayınevi tarafından Mart 2021’de yayımlanan Baybars-Adaletin Kılıcı romanını mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Eseri okurken sıkılmayacaklarını garanti edebilirim. İçinde; tarihi kökler, macera, aşk, dram, gizem, strateji hepsi var. En önemli hedefim; sıkıcı olmayan, akıcı ve sürükleyici bir eser inşa etmekti. Bunda naçizane bir nebze başarılı olduğumu düşünüyorum. Okunmayan ya da yarım bırakılan bir eser, ne kadar hatasız da olsa şu zamanda başarısızdır, kanaatindeyim. Çünkü günümüzde insanlar, uzun soluklu eserleri okumuyor; genellikle internet dünyasındaki, sosyal medyadaki kısa kısa öyküleri okuyorlar. Bu geniş kitlenin korkmadan ele alıp okuyacağı bir eser olduğunu düşünüyorum.

Ayrıca okur; ne okumalıyım, ne için okumalıyım, sorularını kendisine sorarak okumalıdır. Eline aldığı kitabı, bilimsel bir eser de olsa eleştirel bir şekilde okumalıdır. Çünkü hiçbiri ilahi kitap değil, insan beşerdir, şaşabilir.

Piyasada iki türlü yazar var: Birincisi gerçek yazarlar. Bunlar yazarlık istidadı olanlardır. Bunlar meşhur ya da meşhur olmayanlar olarak ikiye ayrılır. İkincisi yazarlık istidadı olmayan zorlama yazarlardır. Bazen onlar kendilerini zorlamıştır bazen de onları başkaları zorlamıştır. Bunlar da kendi içinde ikiye ayrılır. Meşhur olanlar ve olmayanlar… Ben bu sınıflamada hangi grupta yer alıyorum. İnanın bilmiyorum. Buna okuyucuların yüce takdiri ve zaman karar verecektir. Esen kalınız.

Halit Yılmaz İle Söyleşi

Bu söyleşimde Film Şeridi adlı kitabı 2017'de Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Halit Yılmaz'ı konuk edeceğim.

1-) Bir cümleyle kendinizi tanıtır mısınız?

Halit Yılmaz, 1976 yılında Mardin’de başlayan yaşamına 46 yılda; Ecrin isimli bir prensesin babası olmayı, “7.4 Şiddetinde Aşk” ve “Film Şeridi” isimli roman yazmayı, mühendislik formasyonu, kalite gönüllülüğü ve birkaç hobi sığdırdı.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Son olarak Başak Sayan tarafından kaleme alınan Nigahdar isimli kitabı okudum. Tasavvuf felsefesinin oluşumunda Hallâc-ı Mansûr’un manevi gelişiminden yola çıkarak, günümüze kadar uzanan güç savaşlarına bağlantısını konu alıyor. Ayrıca bilim ile dinin birbirlerine yakınlığından söz ediyor. İçerik olarak ilgimi çekmesinin yanında, benden önce okuyan eşim tavsiye ettiği için kitabı elime aldım.
Kitapta tarihi bir olayla günümüzdeki gelişmelerin senkronize şekilde ilerlemesi, bir 910’lu yıllara bir günümüze gidip gelmese ilgi çekiyordu.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Dünya üzerinde etkisi olan derin güçlerin Hallâc-ı Mansûr’dan kalan sırların peşinde olması kitabın ana konularından biriydi. Bu güce sahip kişilerin dünyanın gidişatını etkileyeceğini düşündükleri sırları ele geçirmekte kullandıkları kişi ve yöntemler çok acemice geldi. Yakalamaya çalıştıkları, Algan ve Şirin isimli iki akademisyen ise onlardan daha profesyonel hareket ediyordu. Bu kovalamaca boyunca onlara hem bilgi birikimi hem de maddi olarak yardımda bulunan bir profesörün, tüm şifreler çözüldükten sonra, sırları ve gücü ele geçirme dürtüsüyle onlara silah doğrultması karakterin saygınlığını götürdü.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Sırların ve gizemli şifrelerin çözülmeye çalışıldığı sırada zaten peşlerinde polis ve onları öldürmeye çalışan güçlerin adamı vardı. Hatta içlerine bir hain sızmıştı. Bunlardan biri onlara silah doğrultsaydı ve Profesör Abdulrahim Hoca onun arkasından gelip bir şeyle basına vurup kurtarsaydı, kitap boyunca oluşan saygın karakteri korunmuş olurdu. Tahmin ediyorum ki, yazar okuyucuların beklemediği bir hamle yazmak istemiş, fakat bu psikolojiyi sağlayacak yeterince sürprizler zaten vardı kitapta.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Bu soru sorulduğu anda dilim otomatikleşmiş gibi Cengiz Aytmatov der. Cengiz Aytmatov, diğer bir deyişle Çingiz Ata, Türk dünyasından bir yazar olmasının avantajının üzerine yazdığı romanları aktarım biçimiyle beni çok etkilemiştir. Bir güne bir asrı sığdırabilecek kadar detaylar üretebilen, bir hayvanın dostluğu ve insana hizmetini anlatırken atın psikolojisini bile okuyucuya hissettirebilen, bir al yazmadan başlayan aşkı büyüttükçe büyütebilen, bir çocuğun ufuktaki beyaz bir gemiye bağladığı umutları kelimelere nakşedebilen anlatımları onun maharetidir ve ilham vericidir.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Bana göre okumak yazmaktan daha zordur. Yazar, kafasında yaşadığı hikayeyi kelimelere döküyor. Yani aslında zihninde olaylarla ve karakterlerle ilgili görüntüler var. Fakat bu, okuyucunun önüne sadece yazı ile geliyor ve okuduğundan yazılanı zihninde oluşturması bekleniyor. İşte okuyuculuğun zor tarafı bu. Yazar, eğer tek iletişim kanalıyla yani sözcüklerle sunduğu hikayeden, okuyucuya kendi zihninde oluşturduklarına yakın görüntüler oluşturmaya imkan tanıyabiliyorsa, kendi düşündüklerini okuyucuya hissettirebiliyorsa o kalem güçlüdür diyebiliriz. 

Son olarak bana göre yazmak, içimizdekileri açığa çıkaran bir ifade yöntemidir. İçimizde olanları dökmeye yardımcı olan başka eylemler de var; çizmek, enstrüman çalmak, heykel- seramik-ahşap çalışmaları, elişi yapmak, fotoğraf çekmek gibi gibi. Sizin de içinizdekileri döktüğünüz bir yönteminiz olsun, olsun ki konuşarak aktarılmayacak olan iç dünyanızdaki cevheri dışa çıkartabilin.

Samet Türkyurdu ile Söyleşi

Bu söyleşimde 2018'de Düşler Gezgini ve Bulutların Dansı, 2019'da Turuncu Radyo ve 2020'de Karga Rüyaları adlı kitapları Kutlu Yayınevi'nden çıkmış olan Samet Türkyurdu'nu konuk edeceğim.

1-) Bir cümleyle kendinizi tanıtır mısınız?

Cümlelerin ötesine geçebilmeyi isteyen garip bir kalemim.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

En son okuduğum kitap Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz adlı eseri; muazzam olduğunu düşünüyorum. Yaşlı bir balıkçının açık denizde yakaladığı kılıç balığının peşinden sürüklenirken, yüzleştiği yalnızlığı, korkularının ona hatırlattığı gerçekleri ve kendisiyle olan çetin mücadeleyi bir balığın vesilesi ile yaşamasını; hikayenin başında ve sonunda geçen küçük çocuk karakteriyle, yanında yokken bile kopmayan o muhteşem sevgi bağını heyecanlı, dramatik ve trajikomik sayılabilecek bir finale bağlayan muazzam bir hikaye...

Hemingway geç tanıştığım bir yazar. Kendi türünün öncülerinden olduğu için bu ödüllü hikayeyi okumamış olmanın eksikliğini daha fazla yaşamak istemediğim için geçte olsa güç olmadan okudum...

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Beğenmediğim kısım olarak gösterebilecek bir yeri yok. Sadece, akıcılığı o kadar güzeldi ki çabucak bitmesi beni üzdü.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Beğenmediğim kısmı olmadığı için, bu soruda bir cevap verme şansım sanırım zor. Zaten bir yazarın eserini ben daha iyi yazabilirim demek, başka bir yazar için etik bir ifade olmaz. Herkesin kendine özgü bir hayal etme ve cümle oluşturma şekli vardır. Bu nedenle her yazar kendi dünyasını yazar demek daha doğru olur.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi?

Prof. Dr. Nazan Bekiroğlu'nun şiirsel kalemi ve anlatım tarzı beni her zaman etkilemiştir. La, Sonsuzluk Hecesi adlı eseri tekrar tekrar okunacak ve her defasında farklı bir haz alınacak bir betik. Kurgusal olarak da bence "dahi kalem" olan Stephen King'in büyük bir hayranıyım. Lakin ilham alma konusunda, her daim kendi tarzımı oluşturmak ve kendime özgü bir kalemim olması için taklitten uzak durur, etkilenme hususunda temkinli davranırım.

6-) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?

Okurlara denecek en güzel şey de sanırım "Keyif dolu okumalar." demek olur. Her daim kutlu betikler doldursun raflarınızı...

Mehmed Akif Aslan ile Söyleşi

Bu söyleşimde 2020'de Sahi Ya Sevmek adlı kitabını Kutlu Yayınevi'nden çıkarmış olan Mehmed Akif Aslan'ı konuk edeceğim.



1-) Bir tümceyle kendinizi tanıtır mısınız?

Tecrübe ile mantık süzgecinin üstünde kalanlarla altına sızanları iyi analiz eden,   duygularıyla hareketlerini besleyen, yazarak yaşayan “Kültür milli yeticisi” bir okurum.

2-) En son okuduğunuz kitabın adı nedir? Ne anlatıyor? Niçin okuma gereksinimi duydunuz?

Türk Aynştaynı Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu tarafından kaleme alınan eserlerle yaklaşık beş yıl önce tanıştım. İlk okuduğum eseri “Bye Bye Türkçe”ydi. Okuduğum eserleri hakkında görüşlerimi aktarmadan önce Sinanoğlu’nun diğer eserlerinden bahsetmek istiyorum. “Hedef Türkiye, Büyük Uyanış, Ne Yapmalı? Türk Aynştaynı, İlerisi İçin”…  Bir uyanış mottosu hüviyetine sahip bu eserleri her yaştan vatandaşımızın okuması gerektiğini düşünüyorum. Bu minvalde “Bye Bye Türkçe” ve “Hedef Türkiye” temaları doğrultusunda bu soruya cevap vermek istiyorum. Kitaplar, yön tayin edici pusulalardır. Okurlar, bu yön göstericilerle hakikati arayan edebî hayat dünyasında yolunu bulmaya çalışan seyyahlardır. Bu kitapları tercih ve tavsiye etme sürecimi açıklayan cümle, “Kendi öz kimliğinden kendi değerlerinden tiksinen bir toplumun hamburger kafalılarından olmayacağım” diyebiliriz. Nihayetinde günümüze asayiş olaylarının bu denli arttığı, popülist kültür doğumluların kol gezdiği, yüz kızarıklığının özgüven eksikliği olarak nitelendirildiği, kimliksiz, ruhsuz sokaklara usta bir üslupla değinen Sinanoğlu'nun eserlerini herkes okumalı. Türk Aynştaynı'nın şu an "Hedef Türkiye" adlı kitabını okuyorum.

3-) Bu kitapta en beğenmediğiniz kısım ne oldu?

Kitabın genelini anlatan anahtar kelime grubu “Öz millî yeticilik” diyebiliriz. Modernizm ve postmodernizmin etkileri sadece kitapların içerisinde değil hayatımızın her alanında kendini hissettirmenin ötesinde kanıksanmış bir şekilde şov yapıyor. Artık postmodernizmi de geride bıraktık. Yeni hamburger kafalıların ekran kaydırmaca refleksleri ile içi kadar dışı da boş malayani hayatlarına farklı bir isim bulmalıyız. Sinanoğlu ulusal ve uluslararası pencereden bu süreci açık yüreklilikle özetliyor. Günümüzde kullandığımız Türkiye Türkçesi’nin asimile edildiğini ve toplumumuzun bu asimilasyona alıştığını da ifade ediyor. Özellikle İngilizce eğitimi adı altında sürecin nasıl ticarileştirildiğini, eğitim sistemimizin omuzlarına bir yük olarak bırakılan İngilizce dil öğretim yaklaşımının yanlışlıklarına değiniyor. Ayrıca toplumsal hayatımıza entegre olan yalnızlaşanların toplumu Avrupa’nın özgüvenci akıl tutulmacalı kültürel toplum inşasının artık normal karşılandığını ve bu hastalıklı uykudan uyanmamız gerektiğini söylüyor. Sonuç olarak tamamladığım “Bye Bye Türkçe” ve okumaya devam ettiğim “Hedef Türkiye” kitaplarında hamburger kafalılar hariç beğenmediğim kısım yer almıyor.

4-) Siz bir yazar olarak bu kısmı nasıl değiştirirdiniz?

Dayatma fast food kültürüne karşı, sert bir duruş sergileyen kişilerdenim. Frenk model alttan püskürtmeli yarı necasetli tuvaletinde keyifle Tiktok videoları izlerken ortamda çalan Fransızca müziğin keyfini çıkaran gençlikte ne bayrağın alı ne de hilali ve yıldınızını göremiyorum. Sinanoğlu bu sinir ucu tacizini sürecin ortalarında tüm çıplaklığı ile dile getirmiş. Türk Aynştaynı’nın bu sözlerinin altına ıslak imza ile imza atmaktan öte değiştirilecek bir husus görmüyorum. Lakin ekleme yapmak isterim.

5-) Kaleminden etkilendiğiniz, yazarken ilham aldığınız bir yazar var mı? Varsa hangi anlamda sizi etkiledi? 

Elbette “etkilenmek” kelimesinin altını dolduracak şahsının ismini taşıdığım en güçlü isim Mehmet Akif Ersoy’dur. Kendisinden etkilenmemek mümkün mü! Devletine hizmet sürecinde aldığı kritik görevler, maddi beklentiden uzak vatanperver gayreti, edebiyat sevgisi ve ortaya koyduğu başarılı eserler bu etki gücünü ziyadesiyle artırmaktadır. Milli şairimiz Ersoy, İstiklal Marşı, Safahat adlı eserleri ile gönül penceremi genişleten başlıca kahramandır.

6) Son olarak okurlara ne demek isterdiniz?
Okumak, çağ atıp kapatma gücüne sahip bir eylemdir. Okumak bireyin acıkması gibi fizyolojik ve biyolojik etkileri olan bir süreçtir. Okumak bir eylemden öte bir tohum, fidan ve hasat sürecidir. Kısacası okumak, hayatın bire bir kendisidir. Bu süreçte neyi, nasıl okuyacağız? Sorusunun altına güzel doldurmak gerekiyor. Edebi zevkten uzak, popülist kaygılarla ortaya konmuş fenomen romanlarının cirit attığı edebiyat mutfağında ince eleyip sık dokumak gerekiyor. Kültürel geçmişimizi detayları ile yansıtan geleceğimize ışık tutan kutlu eserlere kitaplığımızda yer vermeliyiz. Aslında kitap seçimini doğadan aşina olduğumuz birçok duruma benzetebiliriz. Üzüm bağında olgunlaşmış bir üzüm mü koruk üzüm mü tercih edilir? Ya da tavında dövülmüş demir mi yoksa paslanmışı mı? Suyunu çekmiş çelik mi yoksa daha ustasının tokmağıyla başı ağrımamış bir çelik mi? Bu misaller uzar gider. Meselenin özü, hamlık sürecinden geçip pişmiş, akabinde yanmış kalemlerden çıkan eserleri kitaplığa alıp zihninizi o eserlerle meşgul etmektir.