31 Mart 2021 Çarşamba

Gönen'den Ayancık'a Ömer Seyfettin

Bu yazımda Turan Gökmenoğlu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Gönen'den Ayancık'a Ömer Seyfettin adlı kitaptan bahsedeceğim.


Turan Gökmenoğlu, şu ana dek 13 esere imza atmış, yazarlık süreci kuvvetli bir yazardır. En son çıkan bu öykü kitabında da Ömer Seyfettin'in hayatının bir bölümünü bizlerle paylaşmıştır. Bunu yaparken kimi zaman Ömer Seyfettin'in kendi kitaplarındaki hatıralarından, kimi zaman da kendi hayal gücünden beslenmiştir. Ayrıca kitabın içindeki erkek karakterler isimlerini Milli Mücadele'de şehit düşen Ayancıklı şehitlerimizden almıştır.

Kitapla ilgili yorumuma başlayacak olursak kapak tasarımını ve ismi beğendiğimi söyleyebilirim. Kapak, sade ve hoş görünüyor. İsim de kitabın konusunu özetler nitelikte. 

Yazarın kalemi kitap üzerinde en beğendiğim nokta oldu. Sanki günümüzde yazılan bir kitap değil de, o dönemdeki bir yazarın kaleminden çıkmış gibi. Geçmiş anlatılırken hiçbir eğrilik, sırıtma hali yok, gerçekçi ve başarılı bir yansıtma söz konusu.

"Annem derin bir uykudan uyanır gibi başını çevirdi. Bu uzunca sürecek yolculuk ve akabinde doğacak vuslat için, tahayyülünden nelerin geçtiğini benim çocuk kalbimin anlaması imkansızdı. Ben yeni bir ev, yeni bir kasaba ve anlaşabileceğim yakın arkadaşların derdindeydim. Burada tek özlemim ablam Güzide'den başka bir şey olmayacaktı. Oysa annem öyle mi. Ablamı telli duvaklı evlendirmiş, geriye babamla ilgilenmek ve benim en güzel şekilde yetiştirilmeme odaklanmıştı. Annem iyi bir eğitim alıp İstanbul'un en güzide mekteplerinden birinde muallim olmamı isterken, babam kendisi gibi asker olmamı ve ülkemin kaderinde söz sahibi olmamı istemekteydi. Benim ise gönlümden geçenler jimnastik, cambazlık, kitap okumak ve belki de yazmak!"

Yazarın çok akıcı bir üslubu var. Hiç sıkmadan okutturuyor kendini. Betimlemeleriyle sanki siz de orada, Ayancık'ta yaşıyor, oradaki insanlarla akran oluyor, oradaki yemekleri tadıyor, denizin kokusunu içinize çekiyorsunuz. Ya Ömer Seyfettin siz oluyorsunuz ya da yakinen bir arkadaşı, ahbabı hissiyatına erişiyorsunuz. Benim için bunu başarabilmek, kitabı okuyucuya adeta yaşatmak büyük bir beceri. Gökmenoğlu da bunu başarıyla gerçekleştirmiş.

Ömer Seyfettin'in arkadaşlarıyla olan hatıralarını severek ve de sevinerek okudum. Mıstıka'nın çalıştığı işten yevmiye aldığı an arkadaşlarına büsküvi arası lokum alması, içindeki mutluluğu çok sıcak bir andı. Aynı zamanda Ömer Seyfettin'in Makbule'ye karşı duyduğu hisler ve onunla olan naif hatıraları da yine severek okuduğum kısımlara dahildi. 

"Afalladım birden. Kanım çekildi. Ne diyeceğimi bilemedim. Yutkundum. Kelimeler boğazıma dizildi. Tek kelime edemedim. Gözlerinden akan birkaç damla yaş ellerime düştü. Beni o şekilde, odamın içinde, şaşkın şaşkın bakınırken, arkasını dönüp çıktı. Pencereye koştum. Yaralı bir kuğu gibi bahçemizden çıkıp gecenin karanlığında evlerinin arka bahçesine süzüldü."

Ömer Seyfettin'in tüm bu hislerine ortak olmak için bu güzel öykü kitabını okumalı, bu dünyaya yoldaş olmalısınız.

Yazımın sonuna ulaşmışken kitabın içinde bulunan bir Ömer Seyfettin resmini aşağıya bırakıyorum. 


Kitabı tüm okurperestlere öneriyor ve yazarı verdiği emeklerden ötürü kutluyorum. Dilerim ömrünce bu dünyaya bir eser bırakmaya devam eder.

Esen kalın.

                                                     Aleyna Uluç

26 Mart 2021 Cuma

Eylül ile Kasım

Bu yazımda Engin Yeşilyurt'un kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de gerçekleşmiş olan Eylül ile Kasım adlı kitaptan bahsedeceğim.


Engin Yeşilyurt, Eylül ile Kasım'da 12 öyküsünü bir araya getirmiştir. 

Kitapta beni çeken ilk şey kapak tasarımı oldu. Yeşil rengin canlılığı beni bu öykü kitabını okumaya davet etti. Kitabın yalın, hoş ismi de bu daveti pekiştirdi. Bana da davete icabet etmek düştü haliyle.

Yazar, kitabın ön sözünde "Karakterlerin hayallerden beslendiği, işlenen konuların gerçeklerden damıtıldığını belirtip sevgili okurları roman olamayıp 12 adet öyküyle yetinebilen bir hayatla baş başa bırakıyorum." diyerek kitabın gerçek hayattan izler taşıdığını vurguluyor. 

Eylül ile Kasım'da şüphesiz en beğendiğim şey yazarın kalemi oldu. Kelime haznesi geniş olan yazar etkileyici ve okuması zevk veren cümleler sunmakta bizlere. Bunun yanı sıra tespitleri, karakter analizleri de oldukça başarılı.

"Kime sorsanız 'Hayatımın direksiyonu ellerimde, kimsenin tayini ile güzergâhımı belirleyemem' diyordu demesine de zaman zaman tercihlerin, beklentilerin seyrini elâlem tanımlı taraf belirliyordu. Kerim'in kadrajına giren görüntüyü Eda'nın korunaklı, üstün çabası oluştursa da çevresindeki suretlerin yıkıcı tavır ve davranışlarından doğan enkazı yaşantısına davet edebiliyordu."

Mekan tasvirlerini de başarıyla yerine getiren yazar, anlatılan mekanın okurun zihninde canlanmasına olanak sağlıyor. Bu tasvirlerden birine örnek vermek adına beğendiğim bir kesiti paylaşıyorum sizlerle:

"Etraf pırıl pırıldı. Ara renklerin koyulaşan dokusunda gül desenli halılarla kaplı bir salon, kahverengi deri koltukların halılarla sağladığı uyum, Aynur'un ayrıntılara verdiği öneme işaretti. Duvarda iki saat vardı; birisi çok eski, diğeri yeniydi. Eski olan çalışmıyordu. Çalışmadığı halde duvardaki eski saatin varlığı anıları, mazisine değer veren bir kadınla ilgili ipuçları taşıyordu. Bazı şeyler sadece geride kalmıyor, aynı zamanda görünür kılınarak geçmişin yâdını tazeliyordu. Biraz da geçmişten kopamamak denilebilir adına ama takıntıya dönüşmemişse ne engeli olabilir ki deyip geçirdi içinden Eda."

Kitap içindeki 12 öyküden en beğendiklerim Çitlembik Ağacı ve Bu Savaş Kiminle isimli öyküler oldu. Çitlembik Ağacı eski öykülerin naifliğini andıran, aurası yüksek bir öyküydü. Bu Savaş Kiminle ise karakter analizi olarak en başarılı öyküydü. Betimlemeleri, anlatımı çok kuvvetliydi. 

Beğenerek okuduğum ve akıcılığı yüksek bu hikayeyi tüm okurlara öneriyorum. Yazarı da başarılı kalemi için kutluyorum. 

Esen kalın.

                                                     Aleyna Uluç

25 Mart 2021 Perşembe

Nisanın Gözyaşları

Bu yazımda Hasan Yıldırım'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Nisanın Gözyaşları adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Hasan Yıldırım, içtenlikle kaleme aldığı şiirlerini paylaşmıştır bu kitabında. 

Kitabın hem ön kapağı hem de arka kapağı çok hoşuma gitti. Arka kapakta yer alan, kitapla ve şairle ilgili görüşler de kitaba dair bir merak uyandırıyor. 

Şiir okumayı çok fazla seven bir okur olmasam da bu şiir kitabını keyif alarak okudum. Şairin duru, içten dili sıkılmadan ve aksine zevk duyarak okumama olanak sağladı. 

"Hüzün senden ırak sevgili
Hüzün değmesin ellerine
Ben kaybolurum senin yerine
Yarım kalmış tüm sevdalarda
Gizli kalmış hatıralarda
Bir yel eser belki sonra
Coşturur ümitlerini yaprak gibi
Belki bir yağmur da yağar
Çatlatır kalbindeki tohumu
Sana veda yakışmıyor
Gözlerinde uçarken sevda kuşları
Mühür vuran hasretin
Bir yanda hazan
Bir yanda yaşanmamış yıllar
Geride bıraktığın güzel yaşanmışlıklar
Bir yanın sahra
Bir yanın gelincik
Beklemek ve ömür
Gidersen uzaklaşır, kime koşsan
Baharın t'adı yok
Gökkuşağı gibi hayal gibi
Gidersin uzanamadığın yerlere
O senden gitmeden
Bakakalırsın giden papatyaların ardında
Sonbaharı yaşarsın
Yere dökülmüş yaprak gibi
Çiğnenir hatıralar"

Şairin kullandığı kelime oyunları da estetik bir zevk vermekte. G'öz Yaşım, K'ağıda, Dalıp Gittiğim Di'yar bu kelime oyunlarına örnek verilebilir. 

"Yorgunum dedi
İnsan yorgunluktur biraz da
Sevmekten de yorulur bazen
Değeri bilinmezse
Ellerini tuttum
Ellerimi tuttu
Yıllar sonra
İlk kez mutluydum
Gözlerinden aldığım huzurdu yüzümü güldüren
Yüreğindeki iyiliği gördüm
Yılgınlığı gördüm
İnsan sevince görüyor
Sevdiğinin kalbinin her halini
Dalgalanmaların ardından durulan denizler gibiydi
Gülümsemelerim ardımda nice acılar saklıydı
İnsanı en çok sevdikleri yoruyor
En çok onlar dinlendiriyor"

Bu şiirinde naif bir yorgunluğu dile getiriyor şair. "İnsanı en çok sevdikleri yoruyor, en çok onlar dinlendiriyor." kısmı özellikle de dikkatimi çekti çünkü nokta atışı bir tespit yapılmış. İnsan olmanın tezatlığı, insan ilişkilerinin tezatlığı, o hep süregelen yorgunluk hali gerçekçi bir şekilde ama aynı zamanda yumuşak bir dille kaleme alınmış. 

"Kelimeler gelir bir anda
Gecenin üçü dördü fark etmez
Cümle olur içimde, sancılı, yaralı cümleler
Ansızın deler de geçer
K'ağıda düşer hasretim
Mısralar var dokunduğu yeri yakan
Üstelik yalnızım
Bir yanımda vuslata gebe kalmış hayaller
Yazmakla tükenmez en yoğun hisler
Çaresiz bekleyişler, özlem çektiğim en mutlu anlar
Boğazıma düğümlenir haykıramadıklarım
Belki de sessiz bir çığlıktır mısralar"

Bu şiirde ise çoğu okurun kendini görebileceği bir haykırış var. Şairin içten, duygu yüklü dizeleri insanın kalbine hitap ediyor ve duyguyu doğru bir noktadan yakalıyor.

Şiirseven, duygu yüklü bir kitap okumak isteyen okurlara Nisanın Gözyaşları'nı öneriyorum. Şairi de yüreğinden dökülen manidar şiirler için kutluyorum. Dilerim yazı hayatını ömür boyu sürdürür.

Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

Devlet Aklı

Bu yazımda Onur Dikmeci'nin kaleminden çıkmış, ilk basımı Ekim 2018'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Devlet Aklı adlı kitaptan bahsedeceğim.


Onur Dikmeci, Milli Güvenlik Siyaset Notları, Beyaz Kitap, Güvenlik 2.0 Savunma ve İstihbaratın Dönüşümü, Kuşatılmış Bir Ülke: Washington'daki Türkiye ve Devlet Aklı olmak üzere beş kitaba imza atmıştır. 

Devlet Aklı'nda askeri darbeleri, Türkiye'ye kurulan tuzak ve komploları, muhtemel iç savaş senaryolarını, din savaşlarını ve benzeri konuları kaleme almaktadır. 

Kitabın içeriğine baktığımızda kapak ve ismin uygun olduğunu görüyoruz. Sade ve yerinde tercihler olmuş.

Kitabın arka kapağında "Devlet Aklı, Türkiye'nin maruz kaldığı iç ve dış tehditlerle bu tehditlere yönelik çözüm yöntemlerinin saptanmalarının yanında güncel ulusal - uluslararası politik gelişmeleri Türkiye minvalinde değerlendirilen, alternatif milli güvenlik kitabıdır. Politika ve güvenlik stratejileri ile ilgilenenler veya alanlarında uzman askeri ve sivil kişiler için hazırlanmış Devlet Aklı'nda..." diyerek kitabın hitap ettiği kesimi belirtiyor. Ben bu gruba dahil olmasam da kitabı okudum ve haliyle bazı konular bana ağır geldi. Anlayamadığım, bilgimin yeterli olmadığı konular oldu. Dolayısıyla bu yorumum eleştiriden ziyade kitap tanıtımı olarak baz alınabilir.

Bundan çıkarımla size kitaptan beğendiğim bazı kesitleri paylaşmak istiyorum:

"Kaliteli filmlerin büyük devlet imajı verebilmesi yalnızca filmlerin içerikleriyle sınırlı da değildir. Bunun için o ülkenin ekonomik, askeri, bilimsel ilerlemesinin de geçerli seviyede bulunması gerekir. Yeni Dünya Düzeni'nin Türkiye tarafından ne şekilde karşılanacağı ve bunun yansıtılma biçimi önemlidir. Yalnızca coğrafyada değil bütün dünyada bir değişim yaşanacak, robot teknolojileri, yapay zeka hatta uzay sırları İpek Yolu ve Ulusallaşma sürecindeki Abd arasında rekabete yol açacak ve daha ziyade Abd kurgulu sinema filmleri kamuoyu ile paylaşılacaktır. "

"Grupların psikolojik oluşum ve kökenlerinin tahlilini amaçlayan sosyolojik tespit toplumsal kimlik olarak adlandırılır. Bir gencin siyasi bir grup, farklı arkadaş çevresi veya sosyal bir klüp dahilinde yer alması kendisinin belki de en mühim kimliği olmuştur. Yeni grubuyla veya çevresiyle özdeşleşme eğilimi gösterirken kimliksel grubunu, benzerleri ve diğerleriyle karşılaştırılarak grubu lehinde düşüncelere haiz olmaktadır. Artık yegane arzusu yeni kimliği olan birey, bunu muhafaza edebilmek için bedel ödemeye hazırdır."

Yazarın kalemi kuvvetli ve akıcı. Okuduğunuz alıntılar da bu düşüncemi desteklemekte bence. 

Devlet Aklı'nı bu konularla ilişkili, merakı olan tüm okurlara öneriyorum. Yazarı da verdiği emeklerden dolayı kutluyorum. Dilerim yazı hayatını sürdürüp bilgi paylaşımlarına devam eder. 

Esen kalın.

                                                         Aleyna Uluç

18 Mart 2021 Perşembe

Kambur Gölge

Bu yazımda Serkan Mavuçiçek'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Mart 2019'da gerçekleşmiş olan Kambur Gölge adlı kitaptan bahsedeceğim.


Serkan Mavuçiçek, Kambur Gölge adlı kitabında ters köşeli, acıyı nakşeden bir dil benimsiyor. 

Kambur Gölge'de ilgimi çeken ilk şey ismi oldu. Çok ilgi çekici, çarpıcı ve özgün bir isim olmuş. Kapak da kitaba dair bir merak uyandırıyor.

Kitabın giriş kısmı içten bir dille yazılarak okurların gönlüne hitap etmekte. Okuyan çoğu kişinin kendinden parçalar bulacağı bir yazı olmuş. Girişe ait beğendiğim bir kısmı sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Kendini görmezden gelerek sürekli karşındaki insana değer biçtin. Bu dünyanın en değersiz varlığı gibi hissettin kendini. Birileri aşk diye bir şey çıkarmış ama sana hiç uğramamış gibiydi. Uğrasa dahi hayalindekine hiç benzemiyor gibi. Kafamızın içinde milyonlarca soru var. Hepsine cevap arıyoruz. Birileri çıksın ve neden böyle olduğunu anlatsın istiyoruz. Biz aslında orta yolunu bilmiyoruz yaşamanın."

Kitabın ana karakteri olan Saye, kendini yazmaya adamış, evden pek çıkmayan, geçmişe bağlı biri. Bir zamanlar sevgilisi olan Mahfer ile halledemediği bir hesaplaşması var. Kağıtlara hep onu haykırıyor, ondan bahsediyor cümlelerinde. 

Mahfer ise Saye'nin deyimiyle güzelliğine aldanan, onu yarı yolda bırakan biri. Belki onun da kendince haklı sebepleri var ama Saye'nin dargınlığı epey yoğun.

Kitabın anlatımını yorumlayacak olursam betimlemelerin yeterli olduğunu ve yazarın kendine özgün, farklı bir kalemi olduğunu söyleyebilirim. 

Olay örgüsüne baktığımızda merak ve ilgi uyandırıcı bir gidişata sahip olduğunu görüyoruz. Özellikle de sonu hepimizi şaşırtıyor. Ters köşeli bir son okuyoruz.

Genel olarak baktığımızda kitap yazarın kendinden izler taşıyan, içtenlik barındıran, etkili ve kendine özgü bir üslupla yazılmış. Ters köşeleri ve düşüncelerin yoğunlukta olduğu kitapları seven herkese Kambur Gölge'yi öneriyorum. Yazarı da verdiği emekler için kutluyorum, dilerim başka kitaplarında da buluşuruz.

Esen kalın.

                                                            Aleyna Uluç

17 Mart 2021 Çarşamba

Vedia -İki Ay Sekiz Gün-

Bu yazımda Pelin Çakar Can'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Ocak 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Vedia - İki Ay Sekiz Gün adlı kitaptan bahsedeceğim.


Pelin Çakar Can, ölümle iç içe geçmiş, kaderin tekerrür ettiği, acının terazide ağır bastığı bir dünya yansıtıyor Vedia'da. 

Bu romanda ilgimi çeken ilk şey kapağı oldu. Kapaktaki görsel kitabın içeriğine dair merak uyandırırken seçilen rengin sıcaklığı ve canlılığı da okumak için bir arzu uyandırıyor. Arka kapaktaki yazı da oldukça etkileyici.

Ana karakterimiz olan Suat'ın kaleminden okuyoruz bu kitabı. Normalde üçüncü anlatımı daha çok seven biri olsam da bu kitaptaki anlatıma tam anlamıyla bayıldım. Hem edebi bir anlatım sunmayı başarmış yazar hem de içten, samimi. Bu da Suat'ı ve yaşadıklarınızı özümseyerek okumamızı, etkilenmemizi sağlıyor.

"Mahalle kavgalarından döndüğümde açılan kapıda karşılayan yüreği ağzında bir anneye nazlanmadım hiç. Her düştüğümde kaldıran bir anne yoktu, pışpışlanmadım haliyle. Uf olunca dizlerim üflenmedi. Ben gözüm babamda ama başı dik kendimi sarmalamaya çabaladım öyle günlerde, odanın kapısını kapatırken. Oldu mu bilmiyorum. Babama da ses edemedim, yalnızlığı tek kişilik yaşamak vardı ama ona da rahat vermedim. Birbirimize merhem olmayı her yarada berede daha iyi anladık. Baba daha dik durandı ya hani, yumuşacık kalbine o kalın ses olmuş muydu şimdi derdim ufacıkken. Kulağım bir annenin o ince sesine hasretti elbet. "Oğlum hadi akşam oldu eve, getirme beni oraya..." mesela ne acayip cümleydi. Salçalı ekmekle bahçeye inenlerin döndüğü evler nasıl büyülüydü. Nasıl içten dilerdim her yıldız kayışında dön diye. Duydun mu hiç sevgili yıldız tozum? Ama sesten çok sözün kıymetini anladığım yaşlarda durum değişti. Ne vakit ardımı dönsem dağ gibi bir babanın gölgesindeydim. Eyvallah...

Şımartmamıştı sevgisi. Zaten hangi çocuk şımarırdı ki sahiden sevilmekten. Şımarıklık diye görünen tam olarak ilgi eksikliğinden kaynaklı olmalıydı ki, çocuk dikkati çekmenin yollarını ararken biz büyükler ne kadar da şımarık yaftasını usulca iliştirir, görevimizi yapardık.

Ama çok sevdi biliyordum. Uçmak için iki kanada ihtiyaç duyduğumda biri babamdı evet ama diğeri de içimde inşa ettiği güçtü. Ben gibisi de mümkündü yani hayatta. Kırık kanatla da uçtum be... Bir baba gerçek bir baba, bunu yapabilirdi zira. Sevmekti asıl varlık gösteren. Var ama yok bir yetişkindense..."

Bu tümcelerde Suat'ın annesiz kalan yanını, eksikliğini hissettiği tüm o hisleri, imrendiği anları okuyoruz. Öyle içtenlikle anlatmış ki yazar o anda Suat oluyor, onun gözünden görüyoruz hayatı. 

Vedia'da sevdiğim bir başka nokta ise her karakterin dertlerinin aktarılmasıydı. Kitap boyu Suat'ı okumuyor, sevdiği kadının, Sibel'in baba figüranıyla olan sorunlu ilişkisini de okuyoruz. Sibel'in annesinin yaşadıklarını, babasını, kardeşini... Her birini başarıyla aktarıyor yazar bizlere.

Altını çizdiğim, beni çarpan bir sözü sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Anlıyorum ki bir kadının çocukluğu onun etinden sıyrılmıyordu, ruhunu terk etmiyordu, hiç büyümüyordu. Ve ben o çocukluğun ilk durağında sana yürüyordum."

Bu söze ilave olarak şunları demek istiyorum. Sadece bir kadının değil, tüm insanların çocukluğu onda üzerine yaftalanmış izler bırakıyor. O izlerden kurtulmak, kendini yeniden doğurmak meşakkatli bir iş. 

Vedia, tüm bu etkili anlatımı dışında olay örgüsü bakımından da başarılı. Akıcı bir şekilde, etkilenerek ve de severek okuyacağınızı düşünüyorum. 

Sevdiğim kitaplar listesine giren Vedia'yı tüm okurlara öneriyor ve yazarı verdiği emekler için kutluyorum. Dilerim başka kitaplarında da buluşuruz.

Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

12 Mart 2021 Cuma

Baybars - Adaletin Kılıcı

Bu yazımda Mustafa Aslan'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Şubat 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Baybars - Adaletin Kılıcı adlı kitaptan bahsedeceğim.


Mustafa Aslan, kitabın giriş kısmında "Baybars - Adaletin Kılıcı ismini alan bu ikinci kitap, bir önceki eserin devamı niteliğinde olup Yüzbaşı Baybars'ın Doğudaki zalimlerle mücadelesini anlatmaktadır. Eser, bilimsel değil kurgusal bir çalışmadır. 13. yüzyıl ile 21. yüzyıl dünyası bağdaştırılarak Sultan Baybars'ın hatırısına ve şahsiyetine atıfta bulunulmuştur." diyerek kitabın konusunu özetlemektedir. 

Kitapla ilgili yorumuma başlayacak olursam ilgimi ilk çeken şeyin kapağı olduğunu söylemeliyim. Gördüğüm anda kitabı okuma isteği içime doldu. Seçilen renk, kullanılan yazı tipi ve gizemli bir izlenim yaratan resim müthiş bir görsel şölen yaratmakta. 

Kitabın içeriğine girdiğimizde ise yazarın akıcı ve kelime haznesi geniş anlatımıyla tanışıyoruz. Betimlemeler ne çok fazla ne de çok az, yeterli seviyede. 

Kitapta ilgimi çeken bir nokta karakterlerin isimleri oldu: Baybars, Tumanbay, Besim, Almıla ve diğerleri... Yazarın isimleri bilinçli bir şekilde seçtiği bariz belli oluyor. Bu detay hoşuma gitti.

En çok beğendiğim şey ise kitabın verdiği mesaj ve yazarın kitabı yazarken bir gayesinin olmasıydı. Bir kitap okuduğumda ya da bir şey izlediğimde onun bana bir şey katmasını beklerim. Yazdığım şeylerde de bu niyetle yola çıkarım. Bu kitap da beni bu yönden tatmin etti. 

"Bu düzende bağımlılık yapan her şeyin üretimi teşvik ediliyor. Bunu legal ya da illegal yollarla üreten kişiler, bu faaliyetlerine göz yumulmasından dolayı göz yumanlara vergi ya da haraç veriyorlar. Üretilen mal; mesela sigara, uyuşturucu madde, cep telefonu... Hepsi bağımlılık yapıcı özellik taşıyor. Teknolojik ürünlerle yazılımlarla insanların düşünce yapılarını dahi değiştiriyorlar. Dünyanın öbür ucunda birisi, telefonla oynanan bir oyun yazılımı geliştiriyor. Dünyanın diğer ucunda telefonuna bu oyunu yükleyip oynayan çocuk babasını öldürüyor. Gençler hipnotize ediliyor, gözü dönmüş nesiller yetişiyor."

Altını çizdiğim bu paragraf, az önceki düşüncelerimi destekler nitelikte. 

"Aç, perişan bu çocuklar, belki birkaç saat sonra çocuk tacirleri tarafından organ mafyasına, uyuşturucu tacirlerine satılacaklar; kalan ömürlerini o melunlara hizmet ederek geçireceklerdi. Kalan kısa ömürlerinde medeni ve modern toplumun yüz karası olacaklardı. Toplum; bunlar kaçırılmış, satılmış, kötü yola düşürülmüş demeyecekti. Onlar, iflah olmaz insanlar zümresine dahil edilip para babası baronların karanlık işlerinin uşağı haline getirilerek onlara sermaye olacaklardı. Zaten bu kaçakçılara göz yuman toplum mimarlarının karanlık emelleri de buydu. Zulüm gören bu milletin çocuklarını yozlaştırarak, milletin geleceğini yok etmekti."

İyi - kötü çatışmasının yaşandığı, kötülerin hak ettikleri cezayı aldıkları bu kitabı severek okudum. Adaletin yerini bulduğunu görmek içimi hoşnut ederken kitabın ismi de (Baybars - Adaletin Kılıcı) tekrar anlam kazandı. 

Bu güzel gayeleri olan kitabı herkese öneriyor ve yazarı emeklerinden ötürü kutluyorum. Dilerim başka kitaplarında da buluşuruz.

                                                       Aleyna Uluç

10 Mart 2021 Çarşamba

Sessiz Çığlık

Bu yazımda Serhat Küçükalp'in kaleminden çıkmış, ilk basımı Temmuz 2017'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Sessiz Çığlık adlı kitaptan bahsedeceğim.


Serhat Küçükalp, Osmanlı'nın Cumhuriyet'e dek uzanan döneminde yaşayan öksüz ve yetim bir çocuğun kayıplarla dolu hayatını kaleme almıştır. 

Ön sözünde "Romanda geçen olayların bir kısmı hayali, bir kısmı gerçek olaylardan oluşmaktadır. Ben, karakterlerin her birinin ruh haline bürünüp yaşadım bu hikayeyi. Romanın aşk bölümü ise kendi yaşadığım bir aşkın gerçek halinin yansımasıdır. Ayrıca tarihi olayların da ele alındığı romanda sosyal yaşantı ve tarihi olaylar birbirini izlemektedir. Romanın birçok sayfasında karşılaşacağınız suskunluklar benim de yaşamımın bir kesitidir. Ben bu romanda Mert karakterini bir nebze babamın hayatıyla bir nebze kendi hayatımla bütünleştirdim." diyerek kitabında kendinden izler taşıdığını belirtiyor.

Sessiz Çığlık, 1900'lü yılları başarılı bir şekilde yansıtmakta. Yazarın ilk kitabı olmasına karşın anlatımını çok başarılı buldum. Mekan tasvirleri, karakterlerin ruh halleri ve kişilik özellikleri ustalıkla anlatılmış. Gerçekten de o dönemlerde yazılmış bir kitap izlenimi veriyor.

"Herkes çayını içerken masadaki aynı yaşlı adam kendisinde konuşma zorunluluğu hisseder bir edayla sağ iki parmağını şakağına koyarak konuşmaya başladı. Bu çatık kaşlı ihtiyar, memleketin ahvalini ele alıyordu. Arada bir geniş omuzlarının üzerinden masadakilere bakıyor, masadakiler ise yaşlı adamın tütünden sararmış bıyıkları ile sarkmış göz torbalarına odaklanmış şekilde ağzından çıkan sözleri dikkatle seçerek kendi iç dünyalarında derin düşüncelere dalıyorlardı. Yaşlı adam sözlerini bitirdikten sonra çayına kaldığı yerden devam etti."

Tarihi olayları da ele alan Sessiz Çığlık, yazarın tarih bilgisiyle bizleri o döneme götürüyor.

"Günler bu şekilde hüzün ve ölümlerle geçerken Anadolu'da ve İstanbul'da hareketli günler yaşanıyordu. Mustafa Kemal başkanlığında Temsil Heyeti, İstanbul Hükümeti ile görüşmeler yapmış ve Son Osmanlı Mebusan Meclis'i toplanmıştı. Meclisin toplanmasına İtilaf Devletleri'nin kuvvetleri müdahalade bulunmamış, kendileri aleyhinde bir karar çıkacağını tahmin etmemişlerdi."

Kitabı okurken İstanbul'un güzelliğine bir kez daha kapılabilirsiniz çünkü yazar İstanbul'a sıkça değinmekte. Kendinizi Eminönü'nde hissedebilirsiniz mesela her an...

"Kız Kulesi'ne bakan bir banka oturarak Osmanlı macunu yiyip hasret giderdiler. Daha sonra Eminönü'ne geçtiler. Mert İstanbul'u çok özlemişti. Eminönü'nde her zaman gittiği balıkçıya bu sefer gençlerle gitmişti. Yemeklerini yedikten sonra bir kahvehanede çaylarını içip bezik oynadılar. Vakit akşam olunca gençlerle vedalaşarak ayrıldılar. Mert, yalnız başına da bir süre dolaştı, eve gidip gitmeme konusunda kararsız kaldı. Eve gitmek için vapura doğru ilerlerken kararını değiştirerek Mücella Hanım'ın evine doğru ilerledi."

Kitabın anlatımı çok akıcıydı, bitene dek sıkılmadan okudum. Hem olayların merak uyandırması hem de yazarın kalemini sevmem sebebiyle sayfaları hızlı bir şekilde çevirdim. Bu akıcılığı ufak da olsa bozan unsur ise paragrafların çok uzun olması oldu. Göz yormaması adına buna dikkat edilebilir. 

Kitabın konusuyla ilgili yorum yapacak olursam da tarihi olaylarla harmanlanmış olmasını beğendiğimi söylemeliyim. Kitabın içeriğini zenginleştirmiş ve o dönemin acılarını bizlerle paylaşmış. Mert'in hayatı da etkileyiciydi. Sadece abi mevzusunun daha farklı sonuçlanmasını ve kitabın sonunun naçizane daha farklı olmasını isterdim. Bunlar bir okur olarak benim görüşüm, tabii son söz her zaman yazarındır. 

Yazarı özenle yazdığı, emek verdiği bu kitabı için kutluyor ve başka kitaplarında buluşmayı diliyorum. 

Esen kalın.

                                                         Aleyna Uluç

5 Mart 2021 Cuma

Beş Paralı Seyahat

Bu yazımda Serpil Küçükuğurluoğlu'nun kaleminden çıkmış, ilk basımı Aralık 2019'da Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Beş Paralı Seyahat adlı kitaptan bahsedeceğim. 


Serpil Küçükuğurluoğlu, gençliğinden emekliğine kadar gezdiği yerleri güzel anılarıyla beraber kaleme almıştır. Kitabın ismi de bir gün arkadaşına "Bir kitap yazsam adını ne koymalıyım?" diye sorduğunda "Beş paralı seyahat koy, ironi olur." demesi üzerine ortaya çıkmıştır. Bu oldukça yaratıcı ve ilgi çekici isim için arkadaşını kutluyorum. İroni olması dışında, kitabın içeriğine de cuk oturmuş aslında zira yazar seyahat için fazla para gerekir algısını yıkarak az masrafla yıllarca gezdiğini gözler önüne sunmakta. 

Kitabın kapağını incelediğimizde beğendiğimi söyleyebilirim; canlı ve renkli, tam da seyahati tanımlar vaziyette. 

Yazar, kitabın içinde İtalya - Vatikan Devleti, Tunus, Bosna Hersek/Hırvatistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Portekiz, Yunanistan, Hollanda - Almanya - Belçika, Mısır, Finlandiya - Estonya - Letonya - Litvanya, Macaristan - Avusturya - Çek Cumhuriyeti, İspanya - Andorra Prensliği, Fransa, Rusya, Danimarka - İsveç, Makedonya, Romanya, Bulgaristan ve Sırbistan'daki anılarını anlatmakta. Bu ülkelere ilgi duyan kişiler severek okuyacaklardır zira kültürlerine de tanık oluyoruz. 

"Bizdekinin tersine devlet okulları, özel okullardan daha iyi eğitim veriyormuş. Başarılı olmayan öğrenciler özel okula, başarılı öğrenciler devlet okuluna gidiyormuş. Liseyi başarı ile bitiren öğrenciler üniversiteye sınavsız ve bedava gidiyorlarmış. Her Estonyalı en az iç dil biliyormuş."

Ayrıca bu ülkelere gitmek, görmek isteyen insanlar için kesinlikle rehber olacak bir kitap çünkü yazar tüm deneyimlerini şeffaf bir şekilde, iyisiyle kötüsüyle, ayrım yapmaksızın anlatmış. Böylelikle oraya gittiğinizde nelerle karşılaşacağınızı görebilir, daha temkinli davranabilirsiniz. Bu da seyahatinizin daha sorunsuz ve keyifli geçmesine olanak sağlayacaktır. 

"Şoför bahşiş diye tutturarak aracın kapılarını kilitliyor. İnmemizi engelliyor. Yani bizim şoförlerimizin bazılarına da şükür, güç bela iniyoruz araçtan. Biraz dolaşıp pizzacıya giriyoruz. Ülkemizin tozunu özledik. Atatürk'ümüze bir kez daha minnet duyduk."

Yazar, tur rehberinin anlattığı tarihi bilgileri de bizlerle paylaşmakta. Bu da kitabın içeriğini zenginleştirmekte. 

Oğluyla beraber yıllarca sürdürdüğü ve bir yaşam tutkusu olarak benimsediği seyahat, yazar için birçok kazanıma neden oluyor. Gördüğü, gezdiği her şehir ve ülke ona bazen zorlu, bazen keyifli ama önünde sonunda mutlulukla anlatılacak anılar yaşatıyor. En güzeli de, tüm bunları yaparken parayı kendine bir engel olarak görmeyip bir devlet memuru olarak tüm gelirlerini karşılaması, az masraf yapmak adına kimi zaman tur rehberliğinden ayrılıp bağımsız takılması. Bu kitap benim de seyahate karşı ufkumu açtı ve teşvik etti. Umuyorum sizlerde de aynı etkiyi bırakacaktır.

Kalbinde seyahat isteği olan ama kendine engeller koyan herkese bu kitabı öneriyor ve yazarı emekleri için kutluyorum.

Esen kalın.

                                                       Aleyna Uluç