17 Mart 2021 Çarşamba

Vedia -İki Ay Sekiz Gün-

Bu yazımda Pelin Çakar Can'ın kaleminden çıkmış, ilk basımı Ocak 2021'de Kutlu Yayınevi'nde gerçekleşmiş olan Vedia - İki Ay Sekiz Gün adlı kitaptan bahsedeceğim.


Pelin Çakar Can, ölümle iç içe geçmiş, kaderin tekerrür ettiği, acının terazide ağır bastığı bir dünya yansıtıyor Vedia'da. 

Bu romanda ilgimi çeken ilk şey kapağı oldu. Kapaktaki görsel kitabın içeriğine dair merak uyandırırken seçilen rengin sıcaklığı ve canlılığı da okumak için bir arzu uyandırıyor. Arka kapaktaki yazı da oldukça etkileyici.

Ana karakterimiz olan Suat'ın kaleminden okuyoruz bu kitabı. Normalde üçüncü anlatımı daha çok seven biri olsam da bu kitaptaki anlatıma tam anlamıyla bayıldım. Hem edebi bir anlatım sunmayı başarmış yazar hem de içten, samimi. Bu da Suat'ı ve yaşadıklarınızı özümseyerek okumamızı, etkilenmemizi sağlıyor.

"Mahalle kavgalarından döndüğümde açılan kapıda karşılayan yüreği ağzında bir anneye nazlanmadım hiç. Her düştüğümde kaldıran bir anne yoktu, pışpışlanmadım haliyle. Uf olunca dizlerim üflenmedi. Ben gözüm babamda ama başı dik kendimi sarmalamaya çabaladım öyle günlerde, odanın kapısını kapatırken. Oldu mu bilmiyorum. Babama da ses edemedim, yalnızlığı tek kişilik yaşamak vardı ama ona da rahat vermedim. Birbirimize merhem olmayı her yarada berede daha iyi anladık. Baba daha dik durandı ya hani, yumuşacık kalbine o kalın ses olmuş muydu şimdi derdim ufacıkken. Kulağım bir annenin o ince sesine hasretti elbet. "Oğlum hadi akşam oldu eve, getirme beni oraya..." mesela ne acayip cümleydi. Salçalı ekmekle bahçeye inenlerin döndüğü evler nasıl büyülüydü. Nasıl içten dilerdim her yıldız kayışında dön diye. Duydun mu hiç sevgili yıldız tozum? Ama sesten çok sözün kıymetini anladığım yaşlarda durum değişti. Ne vakit ardımı dönsem dağ gibi bir babanın gölgesindeydim. Eyvallah...

Şımartmamıştı sevgisi. Zaten hangi çocuk şımarırdı ki sahiden sevilmekten. Şımarıklık diye görünen tam olarak ilgi eksikliğinden kaynaklı olmalıydı ki, çocuk dikkati çekmenin yollarını ararken biz büyükler ne kadar da şımarık yaftasını usulca iliştirir, görevimizi yapardık.

Ama çok sevdi biliyordum. Uçmak için iki kanada ihtiyaç duyduğumda biri babamdı evet ama diğeri de içimde inşa ettiği güçtü. Ben gibisi de mümkündü yani hayatta. Kırık kanatla da uçtum be... Bir baba gerçek bir baba, bunu yapabilirdi zira. Sevmekti asıl varlık gösteren. Var ama yok bir yetişkindense..."

Bu tümcelerde Suat'ın annesiz kalan yanını, eksikliğini hissettiği tüm o hisleri, imrendiği anları okuyoruz. Öyle içtenlikle anlatmış ki yazar o anda Suat oluyor, onun gözünden görüyoruz hayatı. 

Vedia'da sevdiğim bir başka nokta ise her karakterin dertlerinin aktarılmasıydı. Kitap boyu Suat'ı okumuyor, sevdiği kadının, Sibel'in baba figüranıyla olan sorunlu ilişkisini de okuyoruz. Sibel'in annesinin yaşadıklarını, babasını, kardeşini... Her birini başarıyla aktarıyor yazar bizlere.

Altını çizdiğim, beni çarpan bir sözü sizlerle paylaşmak istiyorum:

"Anlıyorum ki bir kadının çocukluğu onun etinden sıyrılmıyordu, ruhunu terk etmiyordu, hiç büyümüyordu. Ve ben o çocukluğun ilk durağında sana yürüyordum."

Bu söze ilave olarak şunları demek istiyorum. Sadece bir kadının değil, tüm insanların çocukluğu onda üzerine yaftalanmış izler bırakıyor. O izlerden kurtulmak, kendini yeniden doğurmak meşakkatli bir iş. 

Vedia, tüm bu etkili anlatımı dışında olay örgüsü bakımından da başarılı. Akıcı bir şekilde, etkilenerek ve de severek okuyacağınızı düşünüyorum. 

Sevdiğim kitaplar listesine giren Vedia'yı tüm okurlara öneriyor ve yazarı verdiği emekler için kutluyorum. Dilerim başka kitaplarında da buluşuruz.

Esen kalın.

                                                        Aleyna Uluç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder